O an çekip gitmeliydim ama kaderimle alay etmek istedim. Aylardır zihnimi yoklayan ihtimallere birer birer meydan okuyup ırak kılmak istedim. Kimden ne geleceğini bilen birisini bir kez daha sarsmak mümkün müydü? Yeniden çizgilerimin dışına taşmalıydın. Direnmek ne haddime! Uslar tükenmişti. Hoş bir hayale kapıldım. Varacağı yere çoktan varmış olanı beklemeye koyuldum. Zamanın aksine ilerlediğini tattım.
Eğreti bir kalabalıkta, afyonlu bir arayıştaydım. Beyhude yalvarışlara yer vermek ne büyük bir hataydı. İnsan kendine bu kabahati işlememeliydi. Ben ise kısa bir an durup bile düşünmedim. Altında ezildiğim yüklerin cesaret edemediklerimi çözüm gibi göstermeye başladığı an utançlarım zuhur etti. Derin, ıslak mavilerin; kırılgan ama keskin camların arasında acı bir mekik dokudum. Sur kadar güçlü olan niyetlerimi, avuçlarıma doldurduğum kumlar gibi zayıf sebeplerle yıkmaya çalıştım. Kendimle kavgalı oldum tüm gece. Gün doğdu ama ben yetişemedim o sabaha. Ayağımın altından tüm anlamlar kaymıştı. Hissedilmesi gereken neydi? Acı mı? Nefret mi? Hüzün mü? Hiçbiri. Raflara kaldırdığım tüm kaygılarım sarsıntıyla üzerime düştü. Tekrar altında kaldım bu yükün. O kadar ağırdı ki amansız bir boşluğa daldım. Nasıl kurtulacaktım? Artık oraya aittim. Her yerime bulaşmıştı ifadesizlik. Nefes alıp verebildiğim sürece kol gezecekti benimle. Bitirebilirdim. Fakat yiğit davranamadım. Sorarlarsa akıl kârı değildi. Peki ya yanlış olduğuna kim kanaat getirecekti? Razı gelecek hâle hükmüm yetişmezdi.