7. Eyes Wide Shut – Stanley Kubrick
Kubrick’in son eseri… Sinemayı sanat yapan bütün öğeleri içinde bulundurun harika bir film… Yüzeysel bir bakışla, kadın erkek ilişkilerini kıskançlık üzerinden irdeleyen filmde birçok psikolojik alt metin bulunmakta. Psikanalist Arthur Schnitzler’in romanından uyarlanan psikanaliz ve cinselliği tema eden filmde Doktor Bill Harford (Tom Cruise), eşinin (Nicole Kidman) o güne dek gizlediği cinsel arzularını öğrenince hayatında şüphe, korku ve cinsel keşiflerle dolu yeni bir sayfa açılır. Piyanist bir arkadaşı vasıtası ile katıldığı bir parti; uzun ve macera dolu bir gecede yaşanan kâbus dolu saatler anlatılmaktadır.
Filmde bulunan mekanlar, detaylar, ışığın kullanımı ve diğer görsel öğeler bile Stanley Kubrick’in sanatını çok iyi anlatıyor.
6. Vavien – Taylan Biraderler
Tokat Erbaa’da yaşayan Celal, karısı ve çocuğuyla mutsuz hayat sürmektedir. Abisi Cemal’le birlikte ortak oldukları elektrik dükkânında da işler pek parlak değildir. Abisiyle tek eğlencesi Samsun’da pavyona gitmektir. Pavyonda çalışan Sibel Ceylan’a olan aşkı Celal’in başına dert açacaktır. Celal’in karısı Sevilay, Almanya’da yaşayan babasının gönderdiği paraları biriktirerek saklamaktadır. Bu paranın kurtuluşu olduğunu düşünerek bir plan yapan Celal’i sürprizler beklemektedir.
Vavien, kara komedi, dram, toplumsal çıkarımlar ve yer yer gerilimi çok iyi bir araya getirmiş bir film. Anadolu aile yapısının küçük bir özeti… Türk Sineması’nın yüz aklarından biri…
5. I Lost My Body – Jérémy Clapin
Naoufel, küçük yaşta ailesini kaybeder ve bütün bildiklerinden, hayallerinden koparılıp başka bir hayatın içine düşer. Bir yandan hayatının gerçekleriyle, bir yandan da geçmiş ve geleceği arasında sıkışıp kalır. Den Levy’nin eşsiz müzikleri ile duygularınızı hedef alan bu şahane filmdeki metaforlarda kendi hayatınızdan parçalar göreceksiniz.
Gabrielle: Yani her şeyin önceden yazıldığına mı? Bizim için belirlenmiş bir yolu takip ettiğimize mi?
Naoufel: Evet.
Gabrielle: Ve bizim hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimize?
Gaoufel: Değiştireceğimizi düşünüyoruz ama değiştiremeyiz. Bu bir yanılsama. Ancak tamamen öngörülemeyen ve mantıksız bir şey yaptığımızda kaderimizi değiştirebiliriz. Kadere çalım atmanın tek yolu bu.
4. Requiem for a Dream – Darren Aronofsky
“Çok fazla film izleyen biriyseniz, bilirsiniz ki bazen filmler sıradan gelmeye başlar. Fakat günün birinde izlediğiniz bir yapım, sizi derinden etkiler ve uzun zaman etkisinden kurtulamazsınız. Böylece sinemanın gücünü yeniden keşfedersiniz. İşte Requiem for a Dream bu filmlerden biri.”
Uyuşturucu bağımlısı bir genç, televizyon bağımlısı annesi ve aralarında günden güne yükselen bir uçurum… Uyuşturucu batağı içerisindeki Harry’nin hayattaki tek amacı daha fazla uyuşturucuyken umutsuz annesini hayata bağlayan tek şey en sevdiği yarışma programıdır. Bir gün bu yarışmaya katılmaya hak kazandığında tek derdi, ödül olan kırmızı elbiseye girebilmek olacaktır.
Filmi psikolojik olarak çıkmazda olduğunuz bir zamanda izlemeyi asla tavsiye etmiyorum. Psikolojinizi “Bağımlılıklar kötüdür.” temalı diğer filmlerden daha çok etkileyeceğine emin olabilirsiniz. Çünkü filmdeki bütün karakterler sizsiniz. Zaaflarınızın büyüyüp sizi yutabilecek canavarlara dönüşebileceğini çıplak gözle göreceksiniz. Filmdeki karakterler de bizler gibi kendisine zarar vermeyi düşünmeyen, gelecek için hayaller kuran insanlar. Bizler gibi onlar da ilkbaharın gelmesini bekliyorlar ama “Evet, bazen beklesen de o ilkbahar gelmez.”
3. Melancholia – Lars von Trier
Lars Von Trier’in 2011 yılında çektiği ve sanatsal açından birçok ögeyi içinde bulunduran Melancholia filmi bize depresyonun sanat ile ne kadar güzel anlatılabileceğini ispatlar gibi bir nitelikte olan sanatsal bir yapıt. Yönetmen, filminin konusunu “psikolojik felaket” olarak özetlemekte.
Justine (Kirsten Dunst) ve Claire (Charlotte Gainsbourg) isimli iki kız kardeşin odağında olan film, her bir kız kardeşi ön plana çıkaran iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde kısaca Justine’in düğününü izliyoruz. Trier’in vazgeçemediği imgelerden olan huzursuzluğun domine ettiği aile karmaşasını bir kez daha izlediğimiz ilk yarı, Justine’in kıyameti üzerinde duruyor. Dünyaya yaklaşmakta olan Melancholia gezegeninin Justine üzerindeki etkileri, yönetmenin astrolojik felsefeler konusunda değinmek istediği noktalardan sadece bir tanesi aslında. İkinci bölüm olan Claire’de ise Justine’in ablasının ailesinin kıyameti ve ilk bölüme nazaran korku ve ürperti temasının üstünde duruluyor. Aile içi yalanlar, ihanetler ve bencillikler ve daha fazlası…
Lars von Trier’in filmde yarattığı ölüm korkusu, boğulmuşluk ve melankoli hissi bile onu en sevdiğim yönetmen yapmaya yetiyor.
2. Come and See – Elem Klimov
İkinci Dünya Savaşı’nda Alman faşizminin Rusya’ya saldırısının etkileri, savaşın gerçekliği, bir Rus çocuğun üzerinden anlatılmaktadır. Savaş gerçekliğini en net görebileceğiniz çarpıcı sahnelere sahip ender filmlerden biri….
Film, Rus partizanların çocuğu ve çocuğun ailesinin tek geçim kaynağı olan ineklerini zorla ellerinden almasıyla başlıyor. Bu noktada bunun ne kadar kötü bir şey olduğu düşüncesi beyninizde oluşmaya başlıyor. Filmin sonlarına doğru geldikçe, filmin başında düşündüklerinizin değişmeye başladığını görüyorsunuz. “Ailenin elinden çocuklarını ve ineklerini almak acaba meşru bir davranış mı?” diye düşünmeye başlıyorsunuz. Atmosfer, görüntüler ve oyunculuklar tek kelime ile muhteşem. İzleyeceğiniz en iyi İkinci Dünya Savaşı filmi olmaya aday. Sovyet filmi olduğu için dünya tarafından fazlasıyla görmezden gelinmiştir. Şiddetle tavsiye ediyorum.
1. Dogville – Lars von Trier
Bu film hakkında yazmaya başlamadan önce, Melancholia filminde de bahsettiğim üzere Lars von Trier’in en sevdiğim yönetmen olduğunu bir kez daha tekrarlamak istiyorum.
“Bazı filmlerimde seyircilerin
çılgına dönmemiş olmaları beni çok rahatsız ediyor. Oysa sarsmadan, huzur bozmadan, putları kırmadan
bir şey anlatmam nasıl mümkün olabilir ki?”
Filmlerinin hikayelerini kendisi yazan Danimarkalı yönetmen Lars von Trier, “Film dediğin ayakkabının içine kaçmış bir taş gibi olmalıdır.” sözüyle seyirciyi hikayeleriyle rahatsız, huzursuz etme amacını ortaya koymaktadır. Bu nedenle onun filmleri keyifle izlenebilecek filmler arasında değildir.
Toplumsal hayatta ahlak dışı olarak nitelendirilebilecek pek çok durumu, bireye ve duygularına yoğunlaşarak anlatan yönetmen, filmlerinde iyi-kötü, doğru-yanlış, suç-ceza (adalet), kadın-erkek gibi sınıflandırdığımız kavramları konu eden yönetmen, Richard Rushton’un tabiriyle, “etiğe karşı bir sinema” üretmekte.
Peşinde olan mafyadan kaçan güzel bir kadın olan Grace, barınmak amacıyla Colorado’da Dogville adlı küçük bir kasabaya sığınır. Dogville kasabasında yaşayan Tom, bir gece silah sesleri duyar ve gangsterlerden kaçan Grace’le tanışır. Tom, Grace’in saklanmasına yardım etmek için kasabalılarla konuşur. Grace kasabalılarla tanışır, kasabalılar onu tanımak için iki hafta süre verirler.
Kasaba halkı geçmişinden kaçan bu güzel kadını kısa zamanda bağrına basar ve onun için üzülür. Dogville’de geçirdiği güzel günlerin ardından her şey değişmeye başlar. Kadının varlığı, köy halkı için büyük bir tehdit oluşturmaktadır ve kasaba sakinleri bu tehlike karşısında temkinli davranmak zorundadır. Grace günden güne bu kasabanın karanlık yüzünü keşfedecektir.
Film alışık olduğunuz mekan kavramından çok uzak bir şekilde tasarlanmış. Birçok tiyatro öğesi barındırmakta ve evler sadece beyaz çizgilerle belirtilmiş. Bununla toplumda evlerin içinde olanların “özel” olmadığı, olanlardan toplumun da sorumlu ve haberdar olduğu anlatılmaya çalışılmış. Çok sayıda rahatsız edici sahne barındıran Dogville, izleyebileceğiniz en öğretici filmlerden biri. Filmin verdiği birkaç dersi sizinle paylaşmak istiyorum.
Bazı insanları eğitemezsiniz, kötü olmalarını engelleyemezsiniz.
- Kötülüklerini yüzlerine vurursanız inkar ederler ve sizden nefret ederler.
- Cezalandırılmayı kesinlikle hak ederler, görmezden gelmemelisiniz.
- Merhamet her zaman en iyi seçenek değildir.
Eminim filmdeki kötü karakterleri asla kendinize yakın hissetmeyeceksiniz. Herkes aslında Grace (!). Yaptığınız kötülükleri inkar eden biriyseniz, filmde size yöneltilen mesajları görmezden gelecekseniz izlemenize gerek yok ama her şeyin merhametle çözülmesini düşünen, her insanın eğitilebileceğine inanıyorsanız kesinlikle izlemelisiniz. Hikayenin geçtiği Dogville kasabasındaki insanların filmin başında takındıkları masum görüntüyü ve daha sonra gösterdikleri gerçek yüzlerini çok tanıdık bulacaksınız.
En sevdiğim filmler listesinde uzun süredir 1. sırada bulunan bu filmi kesinlikle izlemelisiniz. Böylece sinemanın nasıl sanata dönüşebildiğine birinci gözden şahit olacaksınız.