My Own Private Idaho (1991), Elephant (2003) ve Milk (2008) filmleriyle tanınan Gus Van Sant’in yönettiği, senaryosunu ise başroldeki Will ve Chucky karakterlerini canlandıran, gerçek hayatta da sıkı dost olan Matt Damon ve Ben Affleck’in yazdığı çağdaş bir başyapıt Good Will Hunting(1997). Film dahi ama aynı zamanda serseri bir genç olan Will Hunting’ in kendini hayatın hangi noktasına ait olduğunu bulma sürecini anlatıyor. Kahramanımız Will arkadaşlarıyla takılıp devamlı kızlara sarkıntılık eden, kavga çıkaran, başını beladan kaldırmayan, kısacası serseri gelmiş serseri giden bir genç. Ancak Will’i diğer serserilerden ayıran bir özelliği var. Will bir matematik dâhisi.

Karakterimizin macerası hademelik yaptığı okulda başlıyor. Aynı okulda profesör olan Gerald Lambeau’un ( Stellan Skarsgard ) tahtaya yazdığı matematik problemini çözmesiyle hayatı bambaşka bir hal alıyor. Prof. Lambeau problemi çözenin okulda öğrenci değil hademe olduğunu öğrenince kahramanımızla yakından ilgilenmek istiyor ve ona yardımcı olabilmek için iletişime geçmeye çalışıyor ancak işler hiç de istediği gibi ilerlemiyor. Lambeau çareyi başka bir yol izlemekte buluyor. Will’i bulaştığı beladan kurtarmak için bir anlaşma yapıyorlar. Anlaşmaya göre Lambeau Will’in kefaretini ödeyecek Will de buna karşılık olarak Lambeau ile çalışmayı kabul edecek ve buna ek olarak da psikolojik destek almayı kabul edecektir. İşte Will’in hayatı da tam bu noktada değişmeye başlıyor zira karşısına bu sefer diş geçiremeyeceği bir rakip çıkıyor. Aslında rakip demek pek doğru olmaz çünkü Sean Maguire ( Robin Williams ) hem Will’in psikolojik tedavisinde yardımcı oluyor hem de onun kendisinin farkına varmasını sağlıyor. Geçmişte yaşadığı fizikler tacizler Will’in diğer insanlarla arasına kırılmaz bir duvar duvar örmesine sebep oluyor. Sean, Will’in kendine ördüğü bu kırılmaz kabuğu adeta bir heykeltıraş gibi yavaş yavaş ve nazikçe kırıyor. Sean, Will ile aynı mahalleden ve benzer hayat koşullarında yetişmiş olduğundan onu iyi anlıyor, fakat küstah davranışlarına taviz vermeyerek aradaki mesafeyi kendisi belirliyor. Bu duruma alışık olmayan Will, hayatında bir baba figürünün de olmayışıyla Sean’ı yavaş yavaş bir mentörden çok baba gibi görmeye başlıyor. Öte yandan Profesör Lambeau Will’in potansiyelini ortaya çıkarmak için Will üzerinde baskı kurmaya başlıyor. Film bu noktada Sean ve Lambeau arasındaki çatışmayı işlemeye başlıyor. Filmin ilerleyen noktalarında bu çatışmanın yumuşadığını görüyoruz. Sonuç olarak ağzımızda buruk bir final tadı bıraksa da Will’in kendi yolunu çizdiğini görüyoruz.

Sanırım filmi kısaca böyle özetleyebiliriz. Peki film aslında bize ne anlatmak istiyor? Dahi olmadığımız sürece yaşadığımız hayatın bir önemi yok mu yoksa hayatın neresinde bulunmak istediğimizi bulmak için dahi mi olmamız gerekiyor? Aslında bakarsanız bu iki sorunun da cevabını yalnızca kendimiz verebiliriz. Çünkü her birimiz birer dâhiyiz. Hepimiz farklı konularda iyiyiz farklı farklı becerilerimiz var. Ancak bir çoğumuz hala hayatın tam olarak neresinde duracağını bilmiyor veya bilemiyor. Umarım bir gün hepimiz tam da durmamız gereken yerde dururuz. Hayat herkesin karşısına bir Sean Maguire çıkarmaz bazen bunu kendimiz başarmamız gerekebilir.