Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ını duymayan, ondan bir alıntı okumayan yoktur. Ben de herkes gibi kitaba olan hayranlığımdan ötürü Tutunamayanlar arasında yer aradım kendime. Kalabalığın arasında kendimi oradan oraya iteledim durdum. Fakat son sayfalara doğru hevesim kaçmış olmalı ki normal hayatıma döndüm kısa sürede. Kitap bitti, en üst rafta tozlanmak üzere yerini aldı fakat ben düşünmeyi bırakamadım Turgut’u, Selim’i Oğuz Atay’ı, hayatı. Basit, aynı zamanda da dünyanın en karmaşık işiydi yaşamak. İnsan doğar, yaşar ve ölür. İnsan aynı zamanda acı çeker, yorulur, bitap düşer, arada bir güler, üzülür, ağlar ve ölür. Karamsarlık sarmıştı her yanımı bir kere. Tüm bunları baştan sona bir filmi tekrar oynatır gibi yineleyip durdum kafamın içinde.
Sonra ne mi oldu? Hiçbir şey. Hiçbir zaman bırakmadım bunu düşünmeyi. Yalnızca hayatın koşuşturmacası arasında geri plana atmayı başardım çoğu zaman bu düşünceleri. Attım, attım ve attım. Kafamın arkasında kocaman bir balon oluşmuştu sanki. Patlarsa ben de patlardım. Öyle büyük patlardım ki çığlığımı uzay istasyonlarındaki beyaz adamlar duyardı.
Tüm bunlar beni biraz ürküttü. Yavaş yavaş çıkartmak istedim kafamdaki iltihabı. Hep bir olumsuzluk, hep bir kızgınlık vardı içimde ona karşı. Fakat bir şey yapamazdım bu konuda çünkü onu içeriye alan bendim.
Geceleri birkaç saat ayırıp kafamı boşaltmaya, düşüncelerimi, beni zehirleyen düşüncelerimi, kağıda dökmeye başladım. Kim bilir, belki bu hafifletirdi boynumdaki bu dayanılmaz yükü.
Yazdım. Durmadan, üzerinde düşünmeden kafamdan ne geçiyorsa yazdım. Önce öne doğru ilerlediler kafamın içinde. Sonra yavaşça döküldüler kağıda. Birkaç saat diye planladığım yazma eylemi, susadığımı fark edene kadar yaklaşık on iki saat devam etti. Evet, dökülüyorlardı önümdeki kağıda. Gözlerimin arkasına sakladıklarım, tam da gözlerimin önündeydi şimdi. Fakat bir süre sonra hayatıma nokta koyacak bir problemin farkına vardım. Dökülenlerin yeri, çok daha karmaşık, çok daha büyük yeni düşüncelerle doluyordu. Ben aldıkça onlar çoğalıyordu orada. Kalem elimde eğildi, büküldü, en sonunda kırıldı. Parçaları masanın her yerindeydi. Yatağımın yanındaki çekmeceye koştum. Bir an bile duraksamadım önce. Çekmeceyi açtım, tabancayı sağ elimle titreyerek kavradım. Sonra durdum ve dudaklarımda bir gülümseme belirdi istemsizce. Evet, bu günün önünde sonunda geleceğini biliyordum. Bunu hatırlattım kendime. Sonrası gürültü, karanlık ve sessizlik. İşte gidiyorlardı sonunda. Kafamın içinin huzur dolduğunu hissederek derinden verdim nefesimi.
Abonelik
0 Yorumlar