Nadir de olsa hava kapalıyken gün batımı izlemişsinizdir elbet. Hani kara bulutlara güneş ışığı vurur, o kara bulutlar turuncu olur, pembe olur, tüm güzel renklere bürünür. Sonra yavaş yavaş batar güneş. Işığını da alır götürür. Tüm o karalığı güzelleştiren güneş, gider. Geriye kasvetli bulutlar kalır. Daha da uzaklaştıkça kalan sadece zifiri karanlık olur. İşte o gün batımından bahsediyorum.
Hayatımız da bazen öyle değil midir sizce? Ümit yitirildiğinde, imkânsızlık arttığında, arayıp bulamadıklarımız, tutunamayacaklarımız çoğaldığında… Birden gider tüm ışığımız. Acılarımızla, pişmanlıklarımızla, o kara gerçekle baş başa kalırız. Hâlbuki ne de güzel yamalamıştık güneşimizle, gülüşümüzle o kasveti. Hiç geçmez sanmıştık bu günlük güneşlik hava. Hep inandığımız gibi inanmıştık, körü körüne imkânsızlıklara, tutunamayacaklarımıza. Hatta bazen bile bile yapmıştık bunu. Bile bile gezmiştik o gözümüze güzel gelen kara bulutların üstünde. Bu sefer gün batımını değil günü istemiştik delicesine. Batmamasını dilemiştik. Batacağını adımız gibi bildiğimiz hâlde…
Peki sonrasında? Sonrasında ne olur? Gün batar ve biz yine onu ortaya çıkarmaya çalışırız. Başarırız da. Kendimiz yaparız bunu. Teselli ederiz kendi kendimizi. Kimse gelip sormaz çünkü arayıp bulamadıklarımızdır onlar hep.
Bir yürüyüşe çıkarız. Düşünürüz saatlerce. Ağlarız, bağırırız çağırırız… Ama sonunda aynı kişi değilizdir. Çünkü insan bir kere nereye gittiğini bilmeden çıkarsa o yürüyüşe, dünyayı değiştirebilecek güçtedir artık. Kimseye yenilmez sorsanız, hiç kimse üzemez onu, her şey geçmiştir. Ta ki bir sonraki gün batımına kadar.
Önemli olan bu değil mi zaten? Gün de batsa, dünya da yansa kendi kendimize yetebiliyor olmak, tüm kara geçmişimize rağmen onlarla yaşamayı öğrenmek, güneşimizle onları görünmez kılmak, yepyeni sayfalar açmak.
Ama en önemlisi de ne biliyor musunuz? “Hayat böyle.” Evet, bunu kabullenmeliyiz. Bazen batıyor, bazen parlıyoruz. Bazen en dipteyiz, bazen bulutlarda. Hepsi gelip geçici. Bütün insanlar, acılar, güzellikler, pişmanlıklar hatta biz bile. Asıl önemli olan, kabullenmemiz gereken bu. Ne kadar yıpransak da, kahrolsak da… Hiçbir şey eskisi gibi kalmıyor. Her şey geçiyor. Bunu fark edince zaten hayat daha yaşanılabilir, kederimiz daha toparlanabilir olur.
Keşkelerimiz, yaptıklarımızın pişmanlığından değil de yapamadıklarımızın tatlı hüznünden olur umarım. Her şey gelip geçerken dileyebileceğimiz en iyi şey bu bence. Neyse, sevgiler olsun.