Hamlet Bize Neyi Nasıl Anlatır?
Hamlet; Irkçılık ve Psikolojik Sorunlar Üzerine Bir Rapor
Özet
Hamlet, William Shakespeare tarafından 1599 ile 1601 yılları arasında yazılan, temasında trajedi, intikam, ırkçılık, nefret, psikolojik sorunları işleyen oyundur. Danimarka’da geçen oyunda Prens Hamlet’in, kral olan babasını öldürdükten sonra tahta geçen ve annesi kraliçe ile evlenen amcası Claudius’tan nasıl intikam aldığını anlatır. ”Hamlet neyi, nasıl anlatır?” noktasında, dönemin sosyolojik durumunu, karakterlerin psikolojik sorunlarını, ırkçılığın etinde nasıl ve hangi noktalarda işlendiğini inceledim. Shakespeare tarafından yazılan tüm eserlerde olduğu gibi bu eserde de birçok gönderme bulunuyor. Shakespeare, alt tabakayı ve soylu olanı, iyiliği ve kötülüğü, vahşeti ve korkuyu, gülünç ve ciddi olayları gözler önüne sermeyi, günlük diyaloglardan alışılmamış diyaloglara rahatça geçmeyi bilmiş, halktan olsun, soylulardan olsun, tüm insan ve toplum tiplerini göstermeyi başarmış, bireysel ve toplumsal düzeydeki ahlak sorunlarıyla ilgilenmiştir. Hamlet oyununda da tüm tabakalardan insanları bir arada görmek mümkündür. Oyundaki her karakterin kendine özgü özellikleri, hayat gayeleri, hırsları ve sorunları bulunmaktadır. Karakterlerdeki bu ince detaylar ortaya çıkarmaya değerdir.
Hamlet Oyunundaki Karakterlerin Psikolojik ve Sosyolojik
Yönden İncelemesi
Her şeyden önce değinilmesi gereken bir konu oyunun içindeki çatışmalar. Hamlet birçok çatışma üzerinden oyunu sürdürüyor. Örneğin korku-cesaret çatışması, hayalet üzerinden hayal-gerçek çatışması, eski ve yeni kuşak çatışması gibi birçok çatışmaya rastlıyoruz. Ama ona göre en büyük çatışma Hamlet’in toplum ile yaşadığı çatışmadır. Okumuş, eğitimli biri olarak ülkesine dönen ve kanlı güç oyunlarının içinde kendini bulan Hamlet için ayak uydurmak kolay olmamıştır. Kendisi de deli gibi davranarak topluma ve krallığa ayna tutmuş, aslında ne kadar çılgın gözüktüğünü vurgulamaya çalışmıştır. Ama bu deliliğin sebebi konusunda yaygın bir fikre de varıldığını görüyoruz. Oyundaki birçok karakter gibi tabii ki başrolümüz Hamlet için de psikolojik analizler yıllar içinde yapılmış. Benim de katıldığım birkaç noktadan bahsetmek istiyorum.
Oidipus kompleksi, anne kompleksi olarak da bilinen Freud’un literatüre kazandırdığı bir psikolojik sorundur. Bu psikolojik sorun, çocuğun karşı cinsteki ebeveynini aşırı sahiplenmesi ve diğer ebeveyne karşı düşmanlık beslemesine neden olur. Ve eğer bu dönemde çocuk sağlıklı bir süreç geçiremezse orada takılı kalır. Freud’un okumalarına dayanarak söyleyebilirim ki Hamlet, bu döneme takılı kalmış bir çocuk. Annesine çocukluk döneminde aşırı sevgi besleyen ve daha sonra okul için uzaklaşan Hamlet, babasının ölümü ile beraber yeniden çocukluk dönemi nevrozlarını yaşamaya başlıyor. Huzursuzluk ve ‘’deli gibi ‘’ hareketler sergilemesi kendini bu nevrozlar yüzünden suçlu hissettiğinin, içinden çıkılamaz bir bağımlılık ve öfke duygusuyla başa çıkmaya çalıştığı kanıtlıyor. Ayrıca Hamlet bana kalırsa amcasını öldürmek için bir sürü fırsatı olduğu hâlde bunu yapmıyor çünkü aslında babasının yerine geçen amcasına duyduğu bu öfke ve nefret ona tanıdık gelen konfor alanında olan bir durum. Bu duygu ile yaşamak ve deli taklidi yapmak ona daha kolay geliyor. Babasının intikamı düşüncesinin arkasına sığınıyor. Annesine ve amcasına karşı tutumu her zaman çılgınca tepkiler olsa da annesine zaman zaman nazik davranma isteğini yok sayamıyor, ona karşı olan sevgisini belli ediyor. Bunun yanında baba figürü yerine geçmiş olan amcasına duyduğu düşmanlığın ne kadar farkında olup içten içe suçluluk hissetse de gizlemiyor. Âdeta şımarık ve paylaşmayı bilmeyen bir çocuk gibi davranan Hamlet, bunun yanında o zamana kadar epeyce peşinden koşmuş olmasına rağmen neler olduğunu bir türlü anlayamayan Ophelia’nın da kalbini kırmaktan çekinmiyor. Zavallı Ophelia, sevgili lordunun akıl almaz davranışlarına anlam veremez. Birçok duygunun içinde oradan oraya savrulur. Birçok erkek tarafından baskı ve anlayışsızlık ile karşılaşan Ophelia gerçekten deliren bir karakter olarak ortaya çıkar. Dönemin şartlarında kadınlara yapılan baskıları burada dile getirmeye çalışan Shakespeare, sonunda Ophelia’nın ölümü ile kafalarda soru işareti bırakıyor. Fazlasıyla tutkuyla bağlı olduğu Hamlet delirdiğinde -ya da deli taklidi yaptığında- kendisi de delirmenin eşiğinde uzun süre direnip daha sonra ölüm haberi ile izleyici ve okuyucuları şaşırtmıştır. Bazı düşüncelere göre Ophelia Danimarka Krallığı’nın çürümüş yapısını, çöküşünü temsil eden bir karakterdir. Öldürüldü mü, intihar mı etti yoksa bir kaza sonucu mu öldü bilmiyoruz. Bana kalırsa intihar ettiğini düşünüyorum. Zavallı Ophelia, bunca karmaşaya, babasının ölümüne, kadınlara yönelik olan baskıya ve tüm bu çılgınlığa dayanamamış olmalı. Namusuna yönelik birçok koruma tavsiyesi aldığını, kendini manastıra kapatmasının önerildiğini görüyoruz. Bu kadar ahlaksızlık ve şımarık Hamlet’in çocukça davranışları, sanki çok normalmiş gibi Ophelia’nın şarkılar söylemesi, dans etmesi çılgınlık olarak görülüyor. Bu da dönemin sosyolojik durumunu ortaya koyuyor. Dönem öyle bir dönem ki ırkçılık, cinsiyet eşitsizliği, kanlı savaşlar ne ararsanız var. Ophelia, o dönemin kadınlarını temsil ediyor. Bir sahnede Ophelia artık intiharın eşiğindedir. Sahneye girer ve eski halk türküleri mırıldanmaya başlar. Takıntılı bir döngünün içindedir. Evlenmeden önce cinselliği yaşadığı için erkeği tarafından terk edilen bir kızla ilgili hikâyeyi anlatmaya başlar. Bu sahnenin hemen devamında Kraliçe Gertrude, Ophelia’nın elinde çiçeklerle suda boğulduğunu haber verir. Ophelia’nın aşkı ve tutkusu, onu deliliğe ve ardından da ölüme sürüklemiştir. Bu da dönem kadınlarına ”Tutkunuz ölümcüldür.” mesajı mı veriyor yoksa ”Âşık olmayın, böyle olursunuz.” mu diyor ya da erkeklere ”Bakın kadınlara böyle yapmayın, üzmeyin.” mi diyor çözebilmiş değilim. Sadece ben değil, birçok okuyucu da çözebilmiş değil. Bütün muğlaklıklar içinde Hamlet bize dönem ile ilgili o kadar çok bilgi veriyor ki sayfalara sığmaz. Örneğin Hamlet’in okumuş olduğuna vurgu yapılması, o dönemde ancak soyluların eğitim aldığına bir mesaj bence. Cloudius ve kraliçenin evliliği de o dönemde yönetimin aile içinde kalması ve sürdürülmesi gerektiğinin ne kadar önemli görüldüğünün bir kanıtı olarak karşımıza çıkıyor. Hamlet ve nöbetçilerin yemin töreni sahnesi de yemine ve söze nasıl değer verildiğinin göstergesi. Ophelia’nın incelenecek kadar değerli görülmesi bile yıllar almış, düşünün kadının yerini. Bunun yanında ırkçılığa değinmeden geçmemek gerek. Edebiyat sosyolojisi üzerine atölyelere katıldığım sıralarda dikkatimi çeken bir nokta olmuştu. Elimdeki çeviride şöyle bir bölüm bulunuyordu: Şu dizeler ve tüylerden bir orman… Diyelim ki malım mülküm döneklik edip Türk’e kaçtı… Ve işlemeli pabucumun üstünde bir çift gül, bir oyuncular kumpanyasına beni de ortak etmeye yeter mi dersiniz bayım? Bu bölüm üzerine epeyce ilgimi çeken ‘’Türk’e kaçmak’’ deyimini araştırmaya başladım. Hem hocamız hem de araştırmalardan edindiğim bilgiler sayesinde dönemin bu tabirinin aşağılayıcı ve suçlayıcı bir biçimde Müslümanlara karşı kullanıldığını öğrendim. Dönemin bunca sorunu içinde buna da şaşmamak gerek.
Kraliçenin güce olan bağımlılığı, oyunun kan revan içerisinde geçip gitmesi ve en sonunda herkesin kaos içinde bırakılması, Hamlet’in psikolojik sorunları, yan karakterlerin ustaca
sosyolojik sorunlara yönelik yazılmış rolleri, yeni kralın kardeşini öldürüp öldürmediği bilinmese de, tam olarak kanıtlanmamış olsa da o dönem krallıkta kirli güç savaşlarının
döndüğünün emareleri, Ophelia’nın çaresiz, baskı altında ve yalnızlık içinde biten hayatı…
Sonuç olarak Hamlet’te ne olduğunu hâlâ kimse bilmiyor. Bütün bu muğlaklıklar içinde olmasına rağmen bu eseri bu kadar ilgi çekici kılan unsurların gerçeği ve sessiz çığlıkları dışa
vurması aynı zamanda Shakespeare’in her ne kadar birçok yerden alıntı yapan iyi bir derlemeci olduğu bilinse de ilgi çekici noktalara güzel vurgu yapması olabileceğini düşünüyorum. Bir de tabii ki kendine has dili ve uzun monologlar… ”Hamlet neyi nasıl anlatır?” diye sorduğumuzda buna bir cümlelik bir cevabım olacak: Hamlet, dönemin şartlarını, krallığın çürümüş yapısını, toplumdaki akıl almaz sorunları ve ahlak anlayışını kendine has bir dille, monoton olmayan uzun metinlerle, karakterleri çok iyi kurgulanmış ve ince detaylar ile süslenmiş canlı ve kanlı bir oyunla, heyecan ve vahşet ile anlatır. Yazımı Hamlet’e yakışacağını düşündüğüm bir söz ile sonlandırmak istiyorum:
‘’Doğru ya da yanlış yoktur. Var olan yalnızca yarattığımız ve inandığımız şeylerdir.’’
Doğru ya da yanlış ne olduğunu bilemediğimiz karakterlerin olduğu Hamlet’te, yalnızca tek bir şey söyleyebiliriz: Var olan yalnızca yarattığımız ve inandığımız şeylerdir. Hamlet sadece bizim bakış açımız ve yorumumuz ile anlamlandırılabilir. Çünkü muğlaklıklarla doludur. Doğrusu da muğlaktır, yanlışı da.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.
Daha fazla eser incelemesi görmek isterseniz lütfen beğenin ve bana söyleyin. Görüşmek üzere.