İnsan, çevresinde gördüklerini kendi içinde yorumlar. Çoğu zaman farkında olmayarak kendiyle bu konuda tartışmayarak yapar bunu. Çünkü olayları, insanları etiketlemek; belli bir kalıbın içine sokmak en kolayıdır. Düşünmekten kaçar ve içinde oluşan binlerce yargıyla yaşamak zorunda bırakır kendini. Önce çevresinden başlar, sonra bu yargıların kendisi için de geçerli olup olmadığına bakar. Dile kolay tabii ama yıllar sürer bu. Hiç farkında bile olmadan, onun gibi görünmemek, buna benzememek, bana da şöyle demesinler gibi sığ düşüncelerin arasında yaşamaktan, hissetmekten korkmaya ve kendini kapatmaya başlar. İnsanın doğası değildir bu, toplumun doğasıdır. Her toplumda farklıdır; bazılarında daha az, bazılarında çoktur fakat yok değildir hiçbirinde. Tüm bunların farkında olarak, anlayarak yaşayanlar deneyimler hayatı. Doldurmaya çalışır her anını. Her yiyeceğin tadına bakmaya, her şeye gülebilmeye, herkesle iletişim kurmaya çabalar. Geriye kalanlar ise onları izler, eleştirmeye, yorumlamaya devam eder ve bitmeyen bir döngünün içinde kendisini, insanları, toplumları yargılar, yargılar ve yargılar. Sonuçta sessizce yaşamak denilen acı verici, korku dolu bir hayatın içinde bulurlar kendilerini. Çünkü yaptıkları her şey, herkesin gözüne batarmış gibi hissederler ancak aslında olan tek şey insanın kendi kendini eleştirmesi ve bu eleştirinin çoğunlukla olumsuz olmasıdır. Sessizce yaşamak… Yalnızca herkesin onayladığı durumların içinde bulunmak. Diğerlerinin yaşam gürültüsünü dinleyip içten içe her şeyi yapmak istemek fakat öylece durmak. Ne büyük aşağılamadır insanın kendine bu yaptığı! Gürültü; istenmeyen, rahatsız edici sesler olarak tanımlanır. Yaşam gürültüsü ise bu tanıma uymasa da gürültüdür. Çünkü hayattan her zaman istediğimizi alamasak da bazı anları, bazı duyguları yaşamak gerekir tat alabilmek için ondan. Ne kadar çok gürültü çıkarabiliyorsak o kadar doyasıya yaşıyoruzdur bu hayatı. Kahkaha atmak, aşırı sevmek, kocaman sarılmak, öpmek, barışmak biriyle ya da küsmek, bazense ağlamak gürültülüdür. Bazı insanlar kapımıza gelip bu gürültülerden şikayet etse de onlara ”Bu benim hayatım.” diyebilmek. Tek bir insan hayatımızı dibe batırabiliyor. Bu ailemizden biri, arkadaşımız, komşumuz olabilir. Fakat en büyük zararı insan kendi kendisine verir. Diğerlerinin o kadarına gücü yetmez. Çevreyi suçlamak, yaşamaya engel olacak etkenleri dışarıda aramak kolaydır. Önemli olan kendi içimizdeki, her yaptığımıza olumsuz eleştiriler yapan o gaddar yargıcı susturabilmek ona ”Dur!” diyebilmektir. Şefkat, merhamet gösterebilmektir içimize. Uzman psikolog Betül Demirkıran, Duygusal İyileşme kitabında bunu sevgiyle tanımlıyor: ”Bazen kendimizi suçlamak bazen kendimizi eleştirmek versiyonuyla çıkıyor karşımıza. Oysaki bizim iyileşmek için kendimizi suçlamaya değil, sevmeye ihtiyacımız var. Kendini seven insan başkasını suçlamaz, dışarıda da içeride de hata aramaz, kusur bulmaz. Hep kendindedir. Kendini seven, kimseye kendini sevdirmek için uğraşmaz. Kendini sevmek derin bir yüzleşme ve kabul ister.”
Abonelik
0 Yorumlar