Yazmak, bir iç ferahlaması. Öfkenin dinmesi, ortamın yatışması, derdini paylaştığın bir dost meclisi, yaşayamadığın acını yaşamanın ve kabullenmenin bir yüzü. Yazmak, yaşamaya devam etmek demek. Sorunları her zaman çözemezsin fakat bir sorunu görmezden gelmek yerine yazabilirsin. Onu görünür kılıp çözmeye çalışabilirsin. Bu bile içini ferahlatmaya yeter. Yazmak bir düğümü çözmek gibi açar bizi. Bizi açan her yazı başkalarına da bir ışık olabilir. Yazı şahsa ait olmadığı gibi, her okuyana farklı bir kapı açabilir. Her duygu ile birleşip farklı bir düşünce sunabilir. Bir yazının bir milyon anlamı olduğuna inandım hep. Bir milyon insanı asla bir kişiye dönüştüremezken bir yazı etrafında toplayabilirsin. Yazmak şahsa ait olmadığı kadar kişiseldir de. Herkes yazıdan alacağını alır ve uzaklaşır. Belki de bir yazı, birçok insanı aynı şeyi sevmeye sevk edebilir ama aynı şekilde değil. Yazının tadı da damağa göre değişir. Bu lezzeti alan herkes tüm yazıları okumaya talip olur, yazmaya cesaret edemese bile. Bazen yazmak, hayatı okumanın ve anlamanın özeti gibidir. Hayatı yaşamanın bir şekli.
Bu yılın özeti de bu yazı olsun istedim. Aklıma yıllar önce yazmak üzerine bir yazım geldi. Gidip onları saklandığı yerden çıkardım, hem de bir gece vakti. Bu yazının altına onu da ekleyeceğim. Zamanın ve yazmanın bende değiştirdiği üslup ve bakış açısını görmeye çalışacağım. Elbette yazmak kazanacak, bunu şimdiden biliyorum. Çünkü ben yazmaktan daha iyi bir şeyim olduğunu düşünmüyorum. Bazen elimizde neyin kaldığına bakmak istersek en çok neye ya da kime koştuğumuza bakabiliriz.
“Yazmak için fazla bir bilgiye ihtiyaç olmaz, duygularının olması barajı geçmene yeter fakat teorik olarak da iyi bir şeyler yazmak istiyorsan, okuman gerekir. Ama yine okumaktan öte, okuduklarını tasvir ve betimleme yeteneğinle alakalıdır yazmak. Koklamak gibidir, haz ister; yaşam gibidir, nefes ister; duymak ister, müziği duyduğunda hissettiklerin gibi; görmek ister, kendi dünyasında görüntülemek için vb. daha birçok örnek yazılabilir sınırlandırmalardan uzak… Zaten yazmak da sınırlamalardan kaçarken kelimelere tutunmak değil midir? Tanımlayamadıklarımızı tasvir etme çabası değil midir? Yazmak, evlenmek gibi sorumluluk ister, bir iken iki olmaya imza atmak… Peki ya, iyi günde kötü günde olayı geçerli midir yazılarda? Hayır! Kötü yazılar buruşturulup çöp kutusuna yollanmaya mahkum değil midir her zaman için? Kelimeler değildir yanlış olan; anlatamamaktan gelen bir yetersizlik, çaresizliktir. Çaresizlik… Peki her zaman çaresizliğimizin arkasına sığınmak neden? Hâlbuki yazdıklarımızla tümüyle barışık olsak, onları yayınlamaktan çekinmesek belki de yazarlığın çıplaklığı da o zaman ortaya çıkacaktır. Ne zaman öğreneceğiz, bir aşkla doldurduğumuz defterin geçici bir heves olduğunu anladığımızda yakmaya mahkum ederek küresel ısınmaya katkıda bulunduğumuzu. Ya da bırakalım şimdi bilimsel gerçekleri, belki de bir sanat eseri olabilecek metni yok etme hakkını nereden buluyoruz. Dedim ya, yaşım hâlâ 20 olma çabasında; böyle tavırlar normal karşılanmalı.”
Yedi yıl önce bir yazının tohumu, yedi yıl sonranın yazısına değmiyorsa dünyada kelebek etkisi kalmamış demektir. O günkü 20 yaşıma bir teşekkür olsun, çabasına da takdir.