Evrenin büyüklüğünü mesafelerle veya somut cisimlerle anlatamayız. Sadece bize verilen tahmini fikirlerle biraz düşünebiliriz ve hayal edebiliriz. Evrende milyarlarca bulut kümeleri, bulutsular, galaksiler ve yıldızlar var. Biz bu milyarlarca galaksinin içinden Samanyolu galaksisinin içindeki milyarlarca yıldızdan biri olan Güneş’in ekseninde döndürdüğü sistemin içindeki gezegenlerden birinde yaşıyoruz. Yaşadığımız gezegenin ismi Dünya (belki de şimdilik, neyse konumuz bu değil). Bahsetmek istediğim konu Güneş sistemimizin oluşumu, özellikleri, gezegenleri ve daha fazlası.
Güneş sistemimiz birçok gezegene, uyduya, uzay parçacığına ev sahipliği yapmaktadır. Gezegenlerin Güneş’e olan uzaklığı yakından itibaren sırasıyla şöyledir: Merkür, Venüs, Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs, Neptün. Bu gezegenlerin isimleri eski Yunan ve Roma mitolojisine ait tanrılardan gelmektedir. Gezegen isimlerini okurken bir eksik fark ettiniz mi? O eksik gezegen, yani aslında cüce gezegen* Plüton. 2006 yılına kadar gezegen olarak sayılan Plüton, Uluslararası Astronomi Birliği kararı ile gezegen statüsünden cüce gezegen statüsüne alınmıştır. Sebebi ise o tarihte cüce gezegen klasında olup Plüton’a benzer özellikler gösteren başka bir cisim tespit edilmiş olup Plüton’u cüce gezegen sınıfına düşürme kararı alınmıştır.
Gezegenlerin ve cüce gezegenlerin kütle çekim kuvvetiyle oluşan yörüngede dolanan Güneş sistemi cisimlerine de doğal uydular diyoruz. Mesela Ay olarak isimlendirdiğimiz gök cismi Dünya’nın doğal uydusudur ve Güneş sistemindeki en büyük doğal uydu olma özelliğine sahiptir. Belki ismini daha önce duyduğunuz Titan ise Güneş sistemindeki ikinci en büyük uydudur ve Satürn’e ait doğal bir uydudur. Uyduların gezegenler etrafındaki yörüngeleri dairesel ve eliptik olabilir. Gezegenlerin Güneş etrafındaki yörüngeleri ise daireseldir.
Güneş sisteminde mesafeler astronomi birimi (AB) ile ölçülür. 1 AB, yaklaşık 149.6 milyon kilometre mesafeye denk gelir. Dünya ile Güneş arasındaki mesafe de yaklaşık 1 AB’dir (148 milyon kilometre). Işığın bu mesafeyi kat etmesi 8.3 dakikadır. Yani “Güneş’e baktığımızda onun 8 dakika önceki hâlini görürüz.” cümlesinin sebebi budur. Bununla ilgili bir örneğe de “Kara Delik” isimli yazımda değinmiştim.
Güneş sistemi ile ilgili fikirler ilk defa 1700’lü yıllarda ortaya atılmış ve ciddiye alınmıştır. Immanuel Kant dâhil bu konu hakkında yorumlarda bulunmuştur ve Güneş sisteminin bulutsu varsayıma dayalı olduğunu söylemiştir. Bu varsayıma benzer olarak 1700’lerin sonlarında Pierre-Simon Laplace tarafından bir teori öne sürülmüştür. Bu teoriye göre Güneş sistemi 4,6 milyar yıl önce moleküler bulutun* çökmesi sonucu oluşmuştur. Bu çökme bir patlamayla sonlanmış, sonrasında güneş öncesi bulutsu olarak tanımlanan bir bölge ortaya çıkmıştır. Zaman geçtikçe çeşitli etkenlerden dolayı bu bulutsu da çökmeye başlamış, merkezinde yoğun ve sıcak bir önyıldız* oluşmuştur. Bu süreç 100 milyon yıl sürmüş, bu süre sonunda artık Güneş’imiz tam bir yıldız olmuştur. Geride kalan bulutsuda çeşitli gezegenler oluşmuştur. Tabii ki hepsi bir anda oluşmamıştır. Henüz genç olan Güneş’in bulunduğu sistemi ısıtması ve entropinin belirli bir seviyeye gelmesi zaman almıştır.
Kütlesel olarak Güneş sistemimizin %99,86’sını Güneş’imiz, kalan ağırlığı gezegenler ve gök cisimleri oluşturmaktadır. Ne kadar da ağır! Kalan kütlenin %90’ını ise bu sistemdeki gezegenlerden ikisi olan Jüpiter ve Satürn oluşturur.
*Cüce Gezegen: Dairesel şekilde kütleçekim etkisine sahip olmasına rağmen yörüngedeki diğer cisimleri temizlemeye gücü yetmeyen gezegendir. *Moleküler Bulut: Yoğunluğu ve boyutu moleküler hidrojen olmak üzere, moleküllerin oluşmasını sağlayan yıldızlararası bir çeşit buluttur. *Önyıldız: Uzayda, moleküler bulutun gazlarının daralmasıyla meydana gelen büyük bir kütledir.