Sonu olmayan randevulara çıkıyorum. Kimsenin gelmediği, benimse hep beklediğim. Tarihi ve saati olmayan, mekânı belirsiz randevular bunların çoğu. Öylesine oluyor, aniden ve kararsız. Belki birkaç sayfa kitap okunuyor bu süreçte belki bir fincan kahve içiliyor. Beklemekten soğumuş, şekersiz ve sütsüz bir fincan kahve.
Sonuç olarak kimse gelmiyor. Bir yere ayrılmıyorum. Aklımın derinlikleriyle sonsuz bekliyorum. Pek bir yere varılacağını düşünmüyorum, böyle nereye kadar gidilir ki zaten? Sonra inceden gelen ayak sesleri mi diye durup kulak kesiliyorum. O sırada heyecanlanıyorum tabii. Sonra bir sürü pencereleri olan kapıdan dışarı bakıyorum. Kimsenin gelip geçmediği, boş bir koridor katılıyor randevuma. Onun sessizliği üzerine sohbet ediyoruz biraz, biraz da aydınlığı üzerine konuşuyoruz. Başka bir kahve istemiyorum, onun da soğuyacağını bilerek… Bu arada kalkıp gitmek fikri hep aklımda duruyor ama beni tutan, olduğum yere sabit kalmamı sağlayan bir şey gitmemi istemiyor. Nihayetinde kalkıyorum. Zaten hiç dağılmamış olan eşyalarımı kucaklıyorum, çantamdan çıkarma hevesinde olmadığım bir not defterimi, birkaç renkli kalemimi ve o ön sözünde defalarca kaybolduğum romanımı yeniden yanıma alıyorum. Bu arada yerinden oynattığım sandalyeyi düzeltmeyi ihmal etmiyorum ve sessizliğe vedamı ettikten sonra ilerliyorum. Az önce gözümün takıldığı, pencereleri çok olan kapıdan geçiyorum, koridora bakıp hafifçe başımı sallayarak selam veriyorum. Yürümek için merdivenleri tercih ediyorum çünkü randevuma buradan devam edebilirim diye düşünüyorum. En sondaki büyük kapı bana çıkıp gitmek fırsatını sunduğunda gürültünün derinlerinde bir yerde, sadece yürüyorum.
Tek başıma yürümekten ve düşünmekten çekinmiyorum hiç. Ne diyordum, kütüphaneler evet. Güneşin böyle mekânlara, özel ışığını sunduğunu biliyorum, fark edeli çok olmadı. Başkaları da görsün istiyorum ve bana değil bize özel olmasını diliyorum. Fark edilmesi zor detaylarla uğraşıyorum. Aslında açık hareketler sergilediğimi belli ediyorum. Kimsenin ise fark edemediğini nereden bildiğimi söyleyeyim mi? İçinde değerli bir şeylerin olduğunu ima ettiğim bir kitabı gözlemliyorum da, günlerce gelip kontrol ediyorum. Koyduğum yerden hiç kımıldamıyor, sayfaları hiç çevrilmiyor veyahut başka raflara taşınmıyor. Kapıdan içeri girer girmez gözüm o birinci rafa takılıyor. Orada biraz bakışıyoruz ve aynı derin hüznü paylaşıyoruz ikimiz birlikte. Hisli yaşamak güzel şey. Anlam yüklemek, sempati duymak güzel şey.
Ve çok özel bir not: Güneş ışığının altında bir kütüphaneye denk geldiyseniz eğer, oturup beklemekten çekinmeyin…