Merhaba sevgili Bublogta okuyucuları, yeni yazı dizimiz olan Güçlü Kadınlar Serisi‘nin ilk bölümüne hoş geldiniz.
Bu seride aslında yarına sağ çıkabilmeyi bile kendileri için bir kar sayan kadınların, uygulanan türlü fiziksel ve psikolojik şiddete boyun eğmeden bir şeyler başarabilme hikayelerini anlatacağız.
Bütün bu psikolojik, fiziksel şiddete maruz kalmış ama hala içinde bir miktar bile olsa hayata tutunma isteği olan her kadın güçlüdür diyerek ilk bölüme geçiyoruz. İYİ OKUMALAR!
Şüphesiz ki Türk tiyatrosu deyince akla ilk gelen isimlerden biri, bir direnişin öncüsü Afife Jale’dir.
AFİFE JALE
Afife, İstanbul Kadıköy’de, 1902’de, Methiye Hanım ve Hidayet Bey’in üç çocuğundan biri olarak dünyaya geldi. Orta halli bir ailenin çocuğuydu. Kardeşleri Behiye ve Salah’tan ayrı bir çocuktu Afife; kendi başına buyruk, hayalleri peşinde koşmaya çok erken başlayacaktı.
Afife kendini bildi bileli dedesi Doktor Sait Paşa ile beraber tiyatrodan tiyatroya koşan küçük, enerji dolu bir çocuktu. Sahneyi izlerken o anın büyüsüne kapılır ve kendini karakterlerin yerine koyup, onların yaşadıklarını hissetmeye çalışırdı. Her zaman hayallerinde tiyatro vardı.
16 yaşında, İstanbul Kız Sanayii Mektebi’nde okuyor ama onun aklı okulda falan değil. Düpedüz tiyatro aşığı. Zaten çok küçük bir miktar olan haftalığını, kuruşu kuruşuna tiyatro biletlerine yatırıyor afife.
Okulu bırakıp sanatçı olmak istiyordu ama o dönemde Müslüman kadınların sahneye çıkması yasaktı.
İŞTE TAM DA BÖYLE BİR ZAMAN DİLİMİNDE 10 KASIM 1918’DE DARÜLBEDAYİ’NİN TİYATRO KURSLARI İÇİN AÇTIĞI SINAVA GİRDİ AFİFE.
Yasak hala devam ediyordu. Ancak Darülbedayi, Müslüman kadınların sadece kadınlara özel gösterilerde yer alacağı gerekçesiyle açmıştı bu sınavı. Elbette hayallerinde tiyatro sahnelerinden inmeyen Afife, bu sınavı kazandı. Darülbedayi’ye kabul edilen 5 Müslüman kadından biriydi…
AFİFE JALE’NİN DOĞUŞU
Kendisiyle beraber sınavı kazanan 4 kız ile Afife, stajyer oyuncu kadrosuna alınmıştı. Fakat içlerinden üçü baskılara dayanamayarak erkenden pes ettiler.
Geride Afife ve Refika kalmıştı. Refika, suflör; Afife de stajyer oyuncu kadrosunda devam etti. 1920’ye kadar oyunların provasına katıldı ancak hiç sahneye çıkamadı.
Afife yolun çok başındaydı. Sabırla kendisine bahşedilecek o günü bekliyordu. Öyle kolay hayallerine ulaşamayacağının bilincindeydi.
Nasıl kolay olabilirdi ki?
“Kadının ne işi varmış canım sahnede?”
“Yakışır mı ‘bizim gibi’ kadınlara öyle sahnelerde rol kesmek?”
“O sahneye çıkmayacaksın! Ben kızı fahişe oldu erkekleri eğlendiriyor (?) dedirtmem!!”
Asırlardır süre gelen bu toplum baskısında, bir kadın nasıl kolay yoldan başarılı olabilirdi ki zaten?
Olamadı da nitekim.
Hüseyin Suat’ın yazdığı, “Yamalar” adlı oyun sahneye koyulmuştu ve “Emel” karakterini Eliza Binemeciyan adlı bir yabancı oyuncu oynuyordu. Oyunun 13 Nisan 1919’da Kadıköy’deki Apollon Sineması’nda ilk gösteriminin yapılması bekleniyordu. Sonra bir gün Eliza’nın Paris’e gitmesi gerekti ve onun yerini dolduracak bir kadın oyuncu arayışına düşüldü. Bir sınav düzenlendi; sonsuz arzusu ve yeteneğiyle bu sınavı kazanan kişi elbette Afife idi.
Jale takma adını kullanarak ilk kez sahneye çıktı Afife. Göz kamaştırıyordu. İzleyenlere adeta o anı yaşıyormuş gibi hissettirerek kendine hayran bırakıyordu Afife.
Performansı bittiğinde insanların onu alkışlamaktan elleri acımıştı. O an gerçekten önemli biri olacağını anladı Afife. Bir yıldız doğuyordu seyircilerin gözü önünde.
Afife, bu geceyi, altı yıl sonra Refik Ahmet Sevengil’e şöyle anlatacaktı: “Hayatımda mesut olduğum ilk gece… Sanatın ruhuma verdiği güzel sarhoşluk içindeyim. O piyeste (Yamalar) güzel bir sahne vardır; ağlama sahnesi… Orada taşkın bir saadetle gerçekten ağladım… Alkış, alkış, alkış… Perde kapandı; açıldı, bana çiçekler getirdiler. Perde tekrar kapandı. Muharrir (Hüseyin Suat Bey) kuliste bekliyormuş; ben çıkarken durdu, alnımdan öptü: ‘Bizim sahnemize bir sanat fedaisi lazımdı; sen işte o fedaisin’ dedi.”
Aslında sorunlar tam da bu zamanda başlıyordu. Bir hafta sonra Afife ”Tatlı Sır” oyunundaki rolü için sahneye çıkmıştı. Polisleri erken fark eden Ermeni oyuncu Kınar Hanım, Afife’yi bahçeden kaçırdı.
Bir sonraki baskın, Afife sahnede ”Odalık” oyununda başrol oynarken gerçekleşti. Makine odasına saklanarak kurtarılmıştı bu sefer.
Ancak bu işin peşini bırakmadılar. Dahiliye Nezareti (İçişleri Bakanlığı) devreye girmişti. Art arda düzenlenen ilk baskınlardan kurtulsa da Afife, son baskında yakalandı. “Dinini, milletini unutan sen misin?” diye hunharca hırpalandı. Babası da bu süreçte kızını kendini düşürdüğü durum sebebiyle evlatlıktan reddetti. Onun “kötü kadın” olduğunu düşünüyordu. “Benim Afife adında bir kızım yok!” diyen Hidayet Bey’e Afife’nin cevabı sertti.
“Ben zaten sahnede Jale ismini kullanıyorum.” diyerek kapıyı çarpıp çıktı Afife.
O da biliyordu artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını. Artık daha güçlü olması gerekiyordu.
Dönemin kültürel şartlarına bakılırsa, aslında tam da Afife’nin beklediği gibi davranıyordu herkes. Zaten ona destek vermeyen babası da onu şimdi tamamen terk etmişti işte.
Afife zor günlerin onu beklediğini bilse de üzülmüştü. Bu üzüntülü günlerin en elim hediyesi şiddetli baş ağrılarıydı.
İşte bütün bu yaşananlardan sonra Darülbedayi daha fazla risk almak istemeyerek Afife’nin ücretli görevine son verdi. Değil parası, kalacak yeri dahi yoktu ama aklı hala tiyatrodaydı.
Çünkü Afife sadece evinin kadını, çocuklarının annesi olmak istemiyordu. Tek vasfı annelik olan bir kadın olmak en son istediği şeydi.
AFİFE VAR OLMAK İSTİYORDU.

İşte Afife tam da böyle bir boşluktayken, Kuşdili Çayırı’nda otururken, Selahattin Pınar ile karşılaşıyor.
Kim diyebilirdi ki ızdırap dolu bu büyük aşk ikisini de yakacak diye… İşte o an kaçamak bakışmalar, engellenemeyen bir çekim oluşuyor ve her ikisi de 25 yaşında olan çift, birbirlerine deli gibi aşık oluyorlar.
Bir süre sonra Afife’nin tiyatrodan uzak kalması, sahnelere olan hasreti zaten zayıf olan sinir sistemini iyice bozuyor. Korkunç baş ağrıları onu doktora sürüklüyor ve hayatının o tedaviyle mahvolacağını hiçbir şekilde bilmiyor.
Bu korkunç baş ağrılarını dindirmek için doktor, Afife’ye morfin uygulamaya başlıyor. Morfinler Afife’de bağımlılık yapıyor. Selahattin ne kadar engellemeye çalışsa da sevgili karısını gizlice morfin kullanırken defalarca görüyor. Büyük bir çatışma başlıyor aralarında.
Afife için asıl zorluk ise şimdi başlıyordu. Artık onun ne çok sevdiği tiyatrosu ne yeri ne de yurdu vardı. Aşevlerinde karnını doyuruyor; parklarda, bahçelerde yatıyordu. Büsbütün sefaletin kucağına düşmüştü artık.
Afife, kimsesiz kalmış, parklarda yatıp kalkar olmuştu. Karnını ise, aşevlerinde doyuruyordu. Bu sırada da kocası en acıklı şarkılarını yazıyordu Afife’sinin ardından. “Nereden Sevdim O Zalim Kadını”, “Anladım Sevmeyeceksin Beni Seni Nazlı Çiçek” gibi şarkılar hep Afife’den sonra kalbini dağlayan sonsuz acı ile yazılmıştı. Afife ise bir yerlerde taş plaklardan duyduğu bu şarkılara sadece gözyaşlarını akıtabiliyordu…
24 Temmuz 1941’de, hastanenin morfinmanlar bölümünde, hayata gözlerini kapadı. Henüz 39 yaşındaydı. Yalnızdı, kimsesizdi ve bu gerçekten onun seçtiği miydi?
Cenazesi Kazlıçeşme Kabristanı’na kaldırıldı. Çok az insan katılmıştı. Eşi de Afife’nin ölümünün ardından kendini iyice paralar oldu. Besteleri daha da hicran yüklenmişti…
Selahattin Pınar, Todori’nin meyhanesine gidip doktorun yasakladığı ne varsa söyledi masaya. Afife’nin ölümünden sonra büsbütün kahrolmuş bir adam olarak, son rakısını içtiğini bildiği bir masada kalp krizi geçirdi yıllar sonra.
Mustafa Kemal Atatürk, 1923 yılında Türk kadınının sahneye çıkmasını sağladıysa da Afife Jale’nin sağlığı, morfin bağımlılığı sebebiyle oyunculuk yapmasına izin vermemiştir. “Tiyatro varsa ben de varım.” diyen bu devrimci kadını ve usta sanatçı Selahattin Pınar’ı saygıyla anıyoruz.
Bir sonraki yazı Güçlü Kadınlar Serisi #2: Ümmiye KOÇAK