Merhaba, ne yapıyorsunuz? Çoğunlukla yaptığımız işten çok bağımsız olan düşüncelerle doluyor aklımız; kalbimiz… Kitap okurken yalnızca tek bir kelimenin sebep olduğu hatıralar şeridiyle kapanıyor göz perdemiz ve sayfanın sonuna geldiğimizde fark ediyoruz. Esasında olan geçen dakikalara oluyor ve sayfanın başına dönüyoruz. Bir manzara, bir kelime, yanınızdan geçen birinin ardında bıraktığı tanıdık parfüm kokusu, bazen kafede çalan bir müzik… İnsanı alıp çok uzaklara, geçmişin sararmış yapraklarına götürüyor. Okuduğum bir kitapta her zaman yazarın düşüncelerinde veyahut kahramanın kafasının içinde olmayı isterim. Ama bazen, bilhassa bazı olaylar çözülürken başa sarıp duruyorum okuduğum sayfaları. Belki de ”Nasıl olurdu?” diye soruyorum kendime, nasıl olurdu kitabın son sayfası hep bir ölümle bitmeseydi? Öyle değil mi, hepimizin farklı hayat hikayesi var ve son sayfası ise ölünce çevrilmiyor mu?
Tarihine, saatine hatta saliselerine kadar bilseydik öleceğimiz anı, her şey çok farklı olmaz mıydı? Şu anda yağan karı izliyorum, eğer bugünün akşamına çıkamayacağımı bilseydim izler miydim? Hayır çıkardım dışarı, saatlerce karların içerisinde yürürdüm. Çünkü elimden gelenin en iyisi bu olur, izlemektense dışarı çıkmak. Şu anda müzik dinliyorum, eğer bugünün akşamına çıkamayacağımı bilseydim dinler miydim? Hayır kapatırdım, saatlerce bağıra çağıra şarkılar söylerdim. Çünkü elimden gelenin en iyisi bu olur, dinlemektense söylemek. Şu an diyorum, şu an… Ne kadar boş bir an gibi gelmiyor mu kulağa? Şu andayım, belki sabık zamana dönecek bir an ama belki de nefes alınan son an. Esasında efendim, elimde olanın en iyisi, şu an. Belki de odamın penceresinden izlemektense dahil olmalıyım, belki de seyirci kalmaktansa sahneye çıkmalıyım. ”Belki…” demek için, ”Keşke…” demek için çok geç; şu an.
Öleceğimiz anı bilmek, artılarıyla eksileriyle konuşulabilecek bir konu mu, bilmiyorum. Artıları olarak görmek istediğimiz bir yer, okumak istediğimiz bir kitap, tanışmak istediğimiz bir sanatçı, yapmak istediğimiz meslek, isteklerim dendiğinde akla gelen her şey yapılırdı. Başka zaman diye cümleye başlanmazdı, son anına kadar tadı çıkarılırdı hayatın. Eksileri olarak, sevgi sahte olurdu, acıma duygusu basitleşirdi, kaderin ipleri elimizde olurdu ve birbirine sarmaş dolaş edilmiş milyarlarca hayat yavaşça dağılırdı… Aslında yine de öleceğim anı bilmek isterdim. Hangi an, şu an dediğim hangi an; son anım olacak? Bunu bilmek isterdim. Bilmek ve bir şeyler için geç kalmamak isterdim…
Belki ölmeden önce yapılacaklar listesi çıkarsam -ki bazılarına garip gelen bu liste olayını yapan çok ciddi ve büyük bir kitle var- o halde ne kadarının üzeri çizilecek olurdu? Her üzerini çizdiğimin yerine başkasını yazardım değil mi? Hayat, insana bahşedilen kısacık yaşam süresi için fazla geniş… Yapılacak, görülecek, gidilecek, okunacak, düşünülecek, sevecek, istenilecek o kadar çok şey var ki… Ama en azından duygusal bir mahluk olan insan için bu liste sevdiklerine göre yapılabiliyor ve bu bilhassa listeden birkaç madde çıkartıyor. Yine de şu an bunları yazarken veya siz tam şu an okurken ”şu an” denen her an için yapılabilecek onlarca şey varken… Bazen ”Neden buradayım?” diye sormak gelmiyor mu içinizden? Neyse başka zamana diyerek saçlarınız ağarırken, hayatı kaçırırken ölümün size her an belki de şu an kucak açtığını görmüyor musunuz?
Tanışmak istediğim bir yazar var, tanışmak gibi olmasa da birkaç kez konuşmuşluğum oldu kendisiyle. Ama belki bir gün tekrar konuşurum, keşke yeteri kadar cesur olsaydım da tanışmak istediğimi dile getirseydim… Okumak istediğim bir kitap var, fazla uzun. Belki bir gün okurum, keşke boş olduğum sayısız zamanın birisini ona ayırsaydım… En çok görmek istediğim ülke Norveç’tir, yalnızca çekilmiş güzel manzaralarına kadar biliyorum bu yeri. Hiç görmedim, belki bir gün görürüm; keşke ölmeden görseydim. Olmuyor değil mi? Keşke demek için, belki demek için, bu kadar çelişki için ne hayat yeteri kadar güçlü olabiliyor ne de ölüm…