Evlilik… Yıllardır içimize kodlanmış bir gerçek.
Kimine göre kaçış, kimine göre güvenli bölge, kimine göre hayat amacı…
Kadınlar erkeklere göre evlilik konusunda daha talepkâr, istekli ve cesurdur. Bunun bir sebebi kuşaklardan gelen kodlamalar. Çocukluğumuzdan itibaren beyaz gelinlik, kadının bir evi olması, çocuğu olması; sürekli aile, toplum, eş dost tarafından bize kodlanır. Hatta belli bir yaştan sonra evlenemeyenler için evde kalmış (!) yaftası yapıştırılır. Bu sebepten bir sürü kadın hatalı, belki de hayatlarına mal olacak evliliklere sürüklenir.
Kadınların evlilik konusunda ısrarlı ve istekli olmalarının bir sebebi de kendi özel alanlarına kavuşmaktır. Çünkü kadın için aile evinden çıkmanın yolu evliliktir. Kendi yuvası, kendi dünyası, kendi mutfağı olacaktır. Sürekli anne baba kontrolünden kurtulacaktır.
Ancak günümüzde kadınlar çalışma hayatında daha fazla oldukları ve üniversite hayatlarından itibaren tek başlarına bir hayat kurma özgürlüklerini kazandıklarından beri evliliğe daha az istekli olmaya başlamıştır. Çünkü kendi özel ortamını kendi sağlamıştır. Aile kontrolü olmadan kendi başlarına bir yaşam kurabilmektedirler. Özgürlüğünü fazlası ile elde etmiş kadın evlilik gibi bir bağ ile kendini bağlamak istemez. Ancak çocuk sahibi olma düşüncesi ile bir süre sonra onlar da sıcak bakmaya başlar.
Anlayamadığım bir şey de evlilik öncesi cinsellik kısıtlamasıdır. Bence evliliğin veya herhangi bir duygusal ilişkinin en önemli olan bacağı ten uyumudur. Nişanlılık dönemi diye (!) tanımladığımız, birbirini tanıma döneminde ailesini tanırsın, arkadaşlarını, huylarını. Ama cinsel yönden tanıman yasak… Belki tamamen uyumsuz bir çift, bu bilinmezlik ile başlar evliliğe. Sonuç aldatma, sonuç eziyet gibi geçen bir cinsel hayat.
Evliliğe sıcak bakmadığım doğrudur. Ama bu işi çok güzel kotaran insanlar da var tabii. %70 bir tarafın fedakarlık ettiği, %20 iki tarafın da birbirini çok fazla umursamadığı, %10 ve belki daha az uyumu sağlıklı şekilde sağlamış çiftler. %10 içinde iseniz şanslı insanlarsınız.
Etrafımda bulunan insanların çoğu evliliğini sonlandırmış insanlar. Bunların çok küçük bölümü şiddet, aldatma, alkol gibi bariz nedenler. Ancak çoğunluk uyum sağlayamama, ortak paydada buluşamama, görev hâline gelmiş ilişkiler topluluğu. Birçoğumuz görücü usulü evlenmediğimize göre nedir bu sonradan ortaya çıkan uyumsuzluk, nedir bu büyük bir aşkla başlamış evliliklerin hüzünlü sonu?
Tahammülsüzlük, iç içe geçmiş hayatlar, aileler, birbirlerinin ailelerinden vazgeçemeyip aile hâline gelememiş bir topluluk, görevler, beklentiler…
Özgürlüğün kısıtlanmış hissedilmesi… Çoğu zaman çocukların yüklediği aşırı sorumluluk ile baş edememe…
Koskoca şirketlerde yöneticilik yapan, sosyal hayatta birçok kişi ile düzgün ilişkiler kurabilen bizler neden 2 kişilik bir ilişkiyi yönetemiyoruz?
Hollanda’da yaşayan bir Türk aile ile tanışmıştım zamanında. Birbirleri ile çok uyumlu olmalarına, 2 çocuklarına rağmen boşanmışlar. Evliliklerini sonlandırıp aynı evde yaşamaya devam etmişler. Sonradan görmüşler ki sorun aynı evde olmak değilmiş. Sorun evliliğin içimize kodlanmış süregelen yazılı olmayan kurallar bütünüymüş. Her şeyi birlikte yapmak zorunda olmadığımızı, ailelerimizi birlikte ziyaret etmek zorunda olmadığımızı, birbirimizden ayrı arkadaş gruplarında olabileceğimizi, ayrı sosyal hayatlar sürdürebileceğimizi fark ettiğimizde daha mutlu olduk dediler. Ve daha çok konuşacak konuşları olmuş, birbirlerini özlemişler, ayrı sosyal hayatlarda olsalar da bir yerden sonra birbirlerinin güvenli hayatlarında olmanın ne kadar değerli olduğunu , çamaşır, ütü, yemek hazırlama ve toplamanın birlikte yapılabilecek şeyler olduğunu fark etmişler.
Bizi biz olmaktan alıkoyan her şey gibi evlilik de böyle bir şey işte. Bir süre sonra üzerinize yapıştırılan etiketlerden yorulduğunuz bir süreç. Yine de umarım %10’luk şanslı olan gruptasınızdır.