Bazı kitaplar vardır. İlk sayfasından itibaren sizi etkisi altına almayı başarır ve okudukça daha bir içine çeker sizi. ”Ben ne okuyorum böyle?” diye sorarsınız kendi kendinize.
Bu tarz kitaplar bir kere değil pek çok kere okutmayı başarır kendini. Kitabı elinize alıp her yeniden okumaya başladığınızda aldığınız hazzın bir kat daha arttığını fark eder ve daha farklı bir gözle inceleme şansı elde edersiniz. Dimağınızda kalıcı bir etki bırakır o kitap. Yıllar geçse de onun size kattıkları, size anlattıkları, size yaşattıkları hep aklınızın bir köşesinde kalır öylece.
“Ene” kitabı da işte öyle bir his, öyle bir haz yaşattı bana. Okurken hem çabuk bitmesini istedim kitabın. Sonunda neler olacak, diye merak ettim çünkü. Hem de hiç bitmesin, sayfalarca devam etsin istedim anlattıkları. Ama her güzel şeyin bir sonu vardır misali bitti gitti kitap. Tabiri caizse su gibi aktı da diyebilirim. Bu duyguları neden ve nasıl yaşattı bana. Dilim döndüğünce anlatmak isterim.
Kitabın anlatıcısı nefisti. Bu beni etkileyen ve çok da hoşuma giden bir ayrıntı oldu. Bizzat iç sesinizden dinliyorsunuz olayları. Kısacası nefsimiz bize bizi anlatıyor. Öyle ki sanki kitap okuyor gibi değil de kendimle sohbet ediyormuşum gibi bir his uyandırdı bende. Çok sevdiğim bir anlatıcı oldu nefis. Bu kadarla da sınırlı değil anlatılanlar elbette. Çok önemli bir zat olan “Aziz Mahmud Hüdayi Efendi‘nin” hayatına konuk oluyor ve onu tanıma şerefine nail oluyoruz. Onun nefsiyle mücadelesini ve nefsini nasıl yendiğini okuyoruz. Aziz Mahmud Hüdayi Efendi’yi tanımak ve onun nefsini terbiyesine şahit olmak da ayrı bir güzelliğiydi kitabın.
“Aziz Mahmud Efendi” yani “Kadı Mahmud Efendi” Bursa’da kadılık yapan sayısız kadıdan sadece biridir. Bir gün oldukça ilginç bir dava ile karşılaşır ve sonrasında hayatı değişir Kadı Efendi’nin.
Bir hanım gelir bir gün ve iki gözü iki çeşme ağlıyordur. Kocasının her yıl hacca gitmeyi çok istediği halde fakirlikten dolayı gidemediğini söyler. ”Bu sene de tutturdu hacca gideceğim diye. Sonra Kurban Bayramı’na yakın bir zamanda birden ortadan kayboldu ve beş altı gün sonra çıktı ortaya. Üstelik de hacca gidip geldiğini söylüyordu. Böyle bir şey nasıl olur Kadı Efendi? Kocam yalan söylediği için onu boşamak istiyorum.” der hanım.
Kadı Efendi de oldukça şaşırır bu duruma ”Ama bir soruşturmak lazım gelir elbette.” diyerek huzuruna hanımın kocasını çağırtır ve ”Hanımın böyle bir olay anlatıyor. Doğru mu?” diye sorar.
Cevap verir adam. ”Evet Kadı Efendi. Hanımımın anlattıkları doğrudur ama benim anlattıklarım da doğru. Ben gerçekten gittim hacca. Hatta orada bazı Bursalı hacılarla da görüştüm ve kendilerine getirmeleri için birtakım hediyeler emanet ettim.” der.
Kadı Mahmud Efendi bu ise çok şaşırır ve ”Peki ama nasıl olur böyle bir şey?” diye sorar. Adam başlar anlatmaya.
”Her sene olduğu gibi bu sene de hacca çok gitmek isteyip de gidemeyince çok üzüldüm ve o üzüntüyle de Eskici Mehmet Dede‘ye gittim. O da benim ellerimi tutarak gözlerimi yummamı istedi benden. Gözlerimi açtığım zaman ise ben Kâbe’deydim.” der.
Duyduklarına inanamayan Kadı Efendi böyle bir durumun mümkün olamayacağını ifade edince aldığı cevap da oldukça manidar olur.
“Kadı Efendi! Allah Teala’nın düşmanı olan şeytan bir anda bütün dünyayı dolaşıyor da Allah dostu olan has bir kul, niçin bir anda Kabe’ye gidemesin?”
Kadı Efendi bu cevap üzerine davayı Bursalı hacıların dönüşüne kadar erteler. Onlardan öğrendiklerinden sonra ise hem davayı iptal etmek zorunda kalır hem de bu olay karşısındaki şaşkınlığı bir kat daha artar. Çareyi adı geçen Eskici Mehmed Dede’ye gitmekte bulur. Bu olayın hakikatini ve esrarını öğrenmek istediğini dile getirir. Ancak Eskici Mehmet Dede, Kadı Efendi’yi senin derdinin çaresi “Muhammed Üftade Hazretleri’ndedir.” diyerek o zata gönderir.
Kadı Efendi, Üftade Hazretleri’ne çok şaşkın bir vaziyet içerisinde olduğunu ve kendisini dipsiz bir kuyu içerisindeymiş gibi hissettiğini söyleyip kendisini bu durumdan kurtarmasını ister. Aynı zamanda ”Lütfen talebeniz olmama izin verin ve beni içinde bulunduğum bu durumdan kurtarın.” diye ricada bulunur.
Bunun üzerine Üftade Hazretleri, Kadı Efendi’den kadılık ve müderrisliği bırakmasını, elindeki bütün mal ve mülkü fakirlere dağıtmasını ve nefsini terbiye edebilmek için sıkı bir riyazata girmesini yani nefsin isteklerini dizginlemek amacıyla kendisine çeşitli şeyleri yasak etmesini veya onlardan kaçınmasını ister. Bunları canı gönülden kabul eder ve Üftade Hazretleri’nin müritleri arasına girer Kadı Efendi.
Kendisinden istenilen her şeyi yerine getirir. Kadılığı, şanı, şöhreti, parayı, pulu hepsini terk eyler. Ciğer satar, tuvalet temizler. Herkes bu duruma şaşırıp aklını kaybetmiş gözüyle baksa da Kadı Efendi nefsiyle mücadeleyi kazanmayı başaran değerli bir şahsiyet olmayı başarmıştır.
Aziz Mahmut Hüdayi Efendi’nin nefsini terbiye etmeyi başardığı yolculuğu okumak çok keyifliydi. Kitabı okurken adeta ruhum dinlendi. Konusuyla ve anlatımıyla hatırdan çıkmayacak harika bir kitabı okumanın ayrıcalığını yaşadım.
Ara ara kitaplığımdan alıp okuma yolculuğumda daimi bir yol arkadaşı olacak bu güzel kitap. Okuduğum için çok mutlu olduğum nadide eserler arasında sarsılmaz bir yer edindi kendine. Sizler de kitabı okuduğunuzda bu duyguları yaşayacaksınız diye düşünüyorum. Kitabın arka kapağında yazanlar beni fazlasıyla etkilemişti. Bu yüzden arka kapak yazısını sizlerle paylaşmak istiyorum.
“Bir ses var insanın içinde. Hiç susmayan, hep konuşan.
Şimdi sus ve kendini dinle kâri. Dinle ki hâlâ sesler geliyor içinden. Sussan da susamıyorsun. Durduramıyorsun içinden gelen bu sesi. İsmine “nefis” diyorlar. Diler misin bu kez biz konuşalım içimizdeki nefisle? Aşk diyarına Hüdayi kapısından girip nefis ile cenk edelim ister misin?
Şimdi nefsinle konuşacağın bir hikâye anlatacağım sana kâri. Nefsinin konuşacağı bir hikâye… Sen de ki ‘hayal’ ben diyeyim ki ‘muhal, imkansız’. Lâkin şunu bil, ben inandım ki içimize bunları düşüren dahi nefsimizdir. Bizi durduran ve kandıran da nefsimizdir. Ve hatta şu anda içinde bir ses varsa ve “Okuma bu kitabı, bırak.” diyorsa sana, inan ki o da nefsinin sesidir.
Hem her kitap bir kişi için yazılır kâri. Belki de bu kitap yalnızca senin için yazılmıştır.”
İşte böyle diyor kitabın arka kapağı bize. Siz de Kadı Efendi’nin yolculuğuna dahil olmak isterseniz ve henüz kitabı okumadıysanız kesinlikle tavsiye ederim. Okuyun. Kim bilir? Belki de kitap sizin için yazılmıştır.
Yeni bir kitap ve yeni karakterlerle buluşup yepyeni bir yolculuğa çıkacağımız serüven dolu maceralarda buluşmak dileğiyle.
Keyifli okumalarınız olsun.