Anlayamadı hiçbir zaman çünkü gerçekler hâlâ gizli bir pencerenin arkasında, açmaya çalışsa da nafile. İyice kapatılmış üstüne belli ki, hep umut etti. Bilmiyor bakışları garip garip düşünüp duruyor içten içe, seviyor ama bazen de duraksamalı, içindeki küçük çocuk köşeye geçip ağlıyor, sanki düşüncelerinde kayboluyor. Düğümlü boğazından birkaç cümle sarf ediyor, sonunda belki eskiye dönebilir ama zor gözüküyor. Saçı başı dağınık yürümeye devam ediyor, bir o kapıya bakıyor bir bu kapıya; hepsinde eğlence, onun aradığı ise sadece bir terkhane. Derdi var ama derdini dökeceği bir liman yok yakında, keşke olsa da atsa kendini. Başta anlayamadı kapalı bir sis ardında, açıldıkça önü unuttu arkasındaki zamanı da, umursamadı devam etti. Belki dedi koştu ama görünürde hâlâ bir şeyler yoktu. Aslında koştuğu şey hayat mı yoksa ölüm müydü aslında, vardığında anladı, tabii siz de anladınız, yoksa bu hâlde olur muydu bir yanı orada bir yanı şurada. Keşke onun için zaman dolsa da kurtulsa bu acınası dünyadan, değer verdiği her şeyi bıraktı tek gelecek için, o da olmadı ya tabii kaldı mı tek ortada, yalnız. Etrafına bakındı karabulutlarla dolu, içlerinden insan sesleri, kendi güneşi sönmüştü. Artık daha doğmayacak bir güneşti belki, ömrünü tamamlamış bir yıldız. Olduğu yere çöktü. Ağlayamadı toplumda, utandı insanlar üzgünlüğünün kalp kırıklarından dolayı sanmasın diye, kimi zaman su sesi altında kimi zaman ise tanımadığım bir mezar başında. Yaşları, dökülen mezara ait değildi belki ama en azından öyle sanıldı, saygı duyuldu. Sancılar içinde boğuldu, unutmak kolay sandı. Kargaşa içindeki hâli sadece bitkin ve ruhsuz bir beden gibi her gün savrulup durdu. Duygularından arınmış boş bir bedendi, sadece çalkantılı bir deniz vardı. Hedefi oydu anlaşılan, sonunda da ulaştı, bıraktı kendini engin sulara onu alıp götürsün diye ama o da acımasız çıktı. Vurdukça vurdu kıyıya sanki, hiç acı çektirmemiş bu hayat ona der gibi uyandığında ruhundan küçük kırıntılar vardı, bedeninden geri kalanı ona ait hikâyeler değildi çünkü, hatırlatıyordu kendini, yine parçalıyordu bedenini “Doğrusu bu .” dedi, kendince. Bitkin olan bedenini kaldırdı ve dik durdu durabildiğince, zihni o kadar boştu ki sanki yeni doğan bir bebek gibi ama bir o kadar doluydu ki sanki yeteri kadar bu hayatı yaşamış gibi. Varlığı ona ağır mı geliyordu, artık bir yola vardı uzun süren bir haykırışta, bağırsa da boğazı düğümlüydü aslında sesi kendine yetecek kadar çıkıyordu. Yoldan birkaç insan geçedurmakta, şaşkınlıkla bakıyorlar bu ruhunu kaybetmiş insana, soruyorlar derdini anlamaya, bizimki boş bakışlarla dolu daima, bir dükkanda buluyor kendini kasada iri yapılı bir sami soruyor ne lazımdı, bizimki yıkılmış tozlu raflara baka kalıyor, kaybolan ruhlarını görüyor sıralı hâlde, kimisi yerde, kimisi birbiri üstünde. Çıkıp gidiyor acısıyla biraz da huysuzluğuyla. Eskiden mutluluk ve sevinç vererek geçtiği yerlere tek getirdiği keder ve üzüntü. Farkına varamıyor çünkü kalbi sadece yaşamaya yetiyor, fazlası olursa dayanamayıp ölecek yoksa. Kurmuş olduğu tüm aileyi yok ediyor, ne uğruna sevgi mi? Yoksa aşk mı? O da bilmiyor, belli ki sorun çözülür ne de olsa, ama büyük olan mevzu değil taşıdığı yük aslında, mezardan geçerken tekrar bir karamsarlıkta artık üzüntüsü var ama yok aslında, çünkü üzülse de acı artık yok aklında, tüm duygularını sarıp bıraktı bir çukura. Düşünüyor tabii duygusuz ve ruhsuz bir beden ne işe yarar bu dünyada, geldiği yer de gideceği yer de belli aslında. Yatıp uzandı bir kenara, gökyüzüne baktı ve gördü onun gibi kırılmış tüm ruhları, düşündü, yeri geldi üzüldü “Eğer her biri kırık bir kalbi temsil ediyor ise ne de çok var.” dedi kendi kendine, biraz saftı belki, kalbinin kırıklığını yıldızlara bağladı. Bir gecelik de olsa o an, az da olsa hüzünlü değildi çünkü onun gibi hüzünlü olanlar olduğunun farkında. Ufak bir ihtimal de olsa artık yalnız değildi. Ayağa kalktı, biraz temizlendi ve yoluna yavaş yavaş, bir ihtiyar gibi devam etti. Yerde bir taş dikkatini çekti, eğildi ve uzandı. Bir an gözleri kamaştı ve her yer karardı. Anlaşılan bizimki bayıldı ama biz öyle sanırken o hayaller dünyasına daldı. Dünyası hep karmaşıktı, sürekli kesitlerden oluşan farklı hayatlar, onunki gibi parçalanmış hayatlar. Uyandığında dikkatini çeken taşın kalp sembolüne benzediğini anladı, aldı ve devam etti. Soğuktan donmuş yüreğine elini koydu, ısısını hissederek taşa dokundu ve sanki bir kutu gibi tüm kırıklıklarını taşa bıraktı. Yüreğindeki tüm sevgiyi ve üzüntüyü koydu, tüm gücüyle fırlattı. Artık yalnız bir kalbi de yoktu, zaten hissedemiyordu artık, gitmesi de pek umurunda olamamıştı. Soluk bir bedende hapsolmuş biriydi artık, dönüş yolu kısaydı ama yürümek git gide zorlaşmıştı. Sanki omzuna bir dokunsa olduğu yere yıkılacaktı ama dayandı, koşamasa da yürümeye devam etti. Hisleri eskisi gibi değildi, eskiden soğuk onun için önemsizdi, canını yakamazdı; şimdi ise içinden iliklerine kadar üşüyordu, sıcak bir yer arayışına durdu. Yol kenarında bir ateş yakılmıştı, yanına gitti ve oturdu. Ateş gözlerindeki alevi harladı zihninde, ruhunda besleyemediği kin ve nefreti artırdı. Bunları ne yapacaktı? Yine kendi kendine parçalanmaya başlamıştı. Tek çaresi olduğunu ve bağırması, haykırması gerektiğini düşündü ama fark etti ki boğazları düğümlüydü . Yine kendi kendini parçalamaya başladı. Bir anda farkına vardı. Tüm duygularını ne kadar atarsa atsın unutmaya çalışsa da hep onunlaydı, en ufak kırıntısına kadar temizledi yine kurtulamadı. Gözlerindeki alevi söndürdü tüm benliğini ve ruhunu attığı çukurdan geri aldı ve yaşamış olduğu bu hayata veda etmek üzere sahip olduğu yere uzandı.
Bu tüm yaşananlar çelişkili olsa da bir rüya misali acı dolu bir insanın ruhunu anlatır aslında. Biz acılar çektikçe ruh bedeninden ayrılır ve düşüncelerini sadece duyguları yönettiği bir bedene bırakır. Peki ya sonra döndü, ne oldu işte orada, yerini büyük bir pişmanlık kapladı. Bir tümör gibi büyüyecek olan pişmanlık. Duyguların unutabilir olduğu gerçektir ama asla unutulmayan yaşanmışlıklar vardır. Bir sevgiyi unutabilirsiniz ama sevgiyle yaşanan günleri unutamazsınız. Bu yüzden yaşanan günlerdeki kişiye olan sevginizi de asla unutamazsınız. Kısır bir döngü değil mi? Ne de sinir bozucu, önemli olan da ders çıkarmak, gördün ya bizimkini şimdi tek derdi duyguları olsa, sadece pişmanlık baskısı altında sevse de engel her şeye, cümleleri doldurdu zamanında başka zihinleri ama şimdi kendi zihni karmaşa. Sadece doldurduğu zihinler ise acı ile bakıyor, sanki onlar çekiyor sancıyı. Kabaca yokluğu da varlığı da önemsiz, varlığı bir olsa yokluğu sonsuz olur belki. Mutlu olmak istedi ama mutlu olmak kendi mutluluğunu düşünmek değilmiş hatırladı vakti geçse de, neden geçmişinde kötü davrandığını anladı hâliyle çünkü ne zaman mutlu olsa geçmişi çizgi çeker oldu sahice…
Sözlerimi sevdiğim bir şiir olan ve yazarı Dylan Thomas’ın sözleriyle bitirmek istiyorum.
Gitme o güzel geceye tatlılıkla
İhtiyarlık saçmalamalı ve yanmalı gün kapandığında;
Öfkelen, öfkelen ışığın ölümü karşısında.
Bilginler, bilmelerine rağmen karanlığa gömüleceklerini sonlarında,
Sözleri şimşek çaktırmamış olduğu içindir ki onlar
Gitmezler o güzel geceye usulca