zaman ve mevsimler…
tam karşımda duruyor işte müphem yıllar
aydınlık bavulunu almış gidiyor zaman
çoktan kalkmış bir tren, yolcularını ebedî huzura sürükleyen duraklarda
kim bilir daha bavulunu toparlayamadan göçmüş kaç bavulun sesidir duyulan
bilinmez kimin nereye gittiği gaip bir sonsuzluk kervanı işin aslı
mitlerin getirdikleriyle dolu süslü ateşte bekliyor cennetin şeytanları
kızgın demirler gözyaşlarıyla bilenmiş, öcünü almak için bekliyorlarken
hakikatten bihaber yaşamış insanın kaderi belirlenir göklerde
henüz ışık, kalpleri aydınlatamamışken.
dolmayan oturaklar bir vücut bekler içine çekmek için
derin bir sükutun esiridir bekleme duvarları
bir İsa heykeli uzanır hayattan kurtuluşun en kutsal hâliyle
avutur insan kendini adayarak eyleme dökülmemiş sözcükler eşliğinde
işte sonu yaklaşıyor dünyanın, yakın ateşleri!
ya bir kum fırtınası ya da bir sur alıp götürecek zavallı bedenlerimizi
geriye bizden kalan ruhumuz, onu da beslemedik ki ne yazık!
tükenir insan tükettikçe her şeyi
tükenen ruhlarımız toprağa girmiş bedenimizden önce
bu mudur “yeni hayat” dedikleri?