Bazen çok mutsuz oluyorum. Öyle mutsuz oluyorum ki duvarlar üzerime üzerime geliyor. Ne bir şey söylemek geliyor içimden ne de yazmak. Kahverengi panjurlu bir evde ölmek istiyorum o an. Sonra içim kararıyor, vazgeçiyorum. Sıkılmak da değil bu. Mutsuzum besbelli. Bana ne iyi gelir, neyden hoşlanırım bilemiyorum. Kendime bile yabancılaşıyorum. Kimse bana dokunmasın etmesin, ağızlarından bana dair bir kelime çıkmasın istiyorum. Ayak sesleri ürkütüyor içimi. Yanıma yaklaşmalarına tahammül edemiyorum. Sonra bir şey oluyor. Ve ben mutlu oluyorum. Köşedeki gitarla bakışırken alıp bir şeyler çalıyorum saçma. Ya da çıkıp yürümek istiyorum. Bir kitap alıyorum elime okumaya başlıyorum ya da müzik açıp dans ediyorum. Salona geçiyorum sohbet ediyoruz. Gülüyorum şakalara eskisi gibi. Sonra içeri gidiyorum ve ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Kendi kafamı açmam zaten maksimum beş saniye sürüyor. Ne bu ve ben neyin içinde dönüp duruyorum bilmiyorum.
Mutlu olamıyorum. Zaten oldum olasıya nefret etmişimdir gülümsemelerden, bağırmalardan ve ağlamalardan. İnsanın biraz mahremiyeti olmalı. Duygularını da içinde yaşamalı. Hem zaten bok mu var? Anlatsan çığlıklar içerisinde duyacaklarını mı zannediyorsun? Bari sus, sus ve s…ktir git. Ne duruyorsun, eve git ve as kendini. Bir bıçak al ve kes damarlarını. Kendini at camdan aşağıya veya boğul suda. Yabancı hissetmeyeceksin hiçbir ölümde. Sen zaten ölüsün. Yıllardır, her samimiyetsiz yemek masasında, saçma sapan ve yersiz kahkahalarda veya ikinci kadınken sen zaten ölüydün. Ve ölüm insanın yüzüne vurmuyor. Elini sokuyor göğsüne, kalbini söküyor.
Onu ellerinin arasına almak fakat seni ele geçirmesine izin vermemek. Bir evin çatısında yürümek mesela ya da jileti eline alıp banyonun soğuk fayansına oturmak. Dünyevi her şeyin kayıtsızlığını dinlemek. Ölümünün, yıllardır yaşadığın sokaktaki bir taşı dahi kıpırdatmadığını kavramak.
Bu ruhsal değişimlerden yorulduğumu hissediyorum. Kendime yabancılaştım. Adımı sorsanız tereddütte kalırım. Aynaya baktığımda gördüğüm bu yüz kimin, bilmiyorum. Derin bir melankoli içerisinde boğuluyorum, kafamı yastığın öteki tarafına çevirmeye cesaretim yok. Ağladığımda içimden siyah, irine benzer bir sıvının geleceğini hisseder gibiyim. Bencilce. Bileğime çizdiğim balıkların katili, verdiği sözleri ödünç alan bir dilenciyim.