İnsanlar gerçekleri sevmez. Çünkü yalanlar tatlı ve güzeldir. Tüm tatları tuz buz eden tek şey varsa o da ölümdür. Dertler zifiri karanlık ise sevinç sadece güneşin doğdu gün saatiydi. Günahın her zerresi vicdana acı veren iğnenin batması gibidir. Sevaplar tonlarca altın değerinde zümrüttü. Bizler dünyanın altınına tapınmaya seçtik. Bunun kâr getireceğini düşünürken birden nesiller, güç ve kibir peşinde köle oldular. Yerkürenin sözde
tanrıları kendine biat eden dalkavukları devirlerine göre severlerdi. Sözde tanrılarımız kendilerine biat etmeyen karşısında cellat kelimesini üretti. Cellat biat etmeyi reddeden, kalem kıran kötü ve karanlık ruha sahipti. Dur hani bizler tanrıya ibadet ediyorduk. Yoksa DNA’mız değişiyor mu?.. Çoğu bilge insanlar türlü türlü yalanlar söyledi mi? DNA’mıza yeni paganlar türetmek için çeşitli fırsatlar sunuldu. Sanki insanoğlunun eline altın tepeside hırs ve açgözlülük verildi. Tanrı karşısında başkaldırı olarak algılandı Ademoğlu olarak. Buldum içimizde Beni İsrail karakterinin parçası kalmış… Beni İsrail’den kalan zerre bize savaşın kıvılcımını ateşledi. Kökene bakınca savaş kıvılcımını Kabil’in küçük taş parçasıyla başlatmıştık. Tarih anakronik acı ve sızı tadını veriyordu. Düşüncel rüyalarımız sanki soğuk duvardan farksızdı. Soğuk duvar karşısında insan ruhu buz kesmeye ansızın başladı. Çünkü yaratılış DNA’mız bunu gerektiriyordu. Zamanla DNA’mızda yeni kodlar keşfetmeye başladık. Bu kodların içinde farklı atom parçaları bulduk. Fark ettiğimiz kodların içinde yeni parçalar bulduk. Bu parçalar bize evreninin yaratılışıyla bilgi veriyordu. İnsanlık yaratılış arama çabasına girdi. Bilimsel metaforum yüzünden CERN denilen deneyi icat ettik. Evrenin nasıl yaratıldığıyla ilgili bilgi bulmaya verdik. Amacımız tanrının evreni ne tür parçacıklardan var ettiğidir. Bu arayış varoluşun kıyametiyle ilgili olmaktaydı. Kıyametin dehşetini nasıl hızlandırma peşine düşmüştük. Peşine düştüğümüz kıyamet mi yoksa yaratılış mı? Aklımız bunu hep sorgulamayı tercih etti. Sorgulayan aklımız kodlardaki hataları buldu. Düzeltmek için yeni yazılımlar icra ettiler. Bu yazılımlardan robotlar ürettik. İnsanlık yapay zeka kavramından ileriye gitti. Yapay zeka kavramını Isaac Asimov’un Ben Robot (I Robot) kitabıyla tanıdık. Bu kitap yazıldığında milenyum çağı daha vardı. Milenyum çağına geldiğimizde yapay zekanın gücüne inanmış olduk. Artık bir robot kendi adına makale yazıp yayımlama yaptı. Hatta Amerika’nın ünlü gazetelerinden birisi olan New York Times gazetesinde yer aldı. Bu dünyamızda büyük sansasyonel yarattı. İnsanlık kendisi için yeni uygarlığın kurucusu olmaya niyetli duruma gelmekteydi. Değişim meyvesini vermişti. Bu evrende kendi pagan anlayışımızı değiştirmiştik. Paganlığımızın yüzünden kibrimiz gittikçe artmaya başlamıştı. Kibrimiz arttıkça içimizdeki seçilmiş duygusu ağır bastı. Seçilmişlik bizlere neye bahşedildi. Bahşedilen seçimlerimiz seçilmişlikle birlikte egomuzu nirvana yaptı. Zamanla DNA’mız evrimleşti. Evrime uğrayan DNA’mız totaliter olarak basite indirgemiş seçimlerin ürünlerine tabi tutuldu. Totaliter toplumların istekleri bizleri farklı yöntemlerle yönlendirmeye sebep oldu. Sevgi bu seçimde enformanyaklığa uğrayan bir külttü. Sevginin DNA’sında merhamet ve sabır vardı. Sanrılarla dolu evrende herkes doğru cümlenin yanlış anlaşılmasından dolayı gazaplara uğradı. Evet biraz sevgiden bahsettik. Sahte sevgilerimiz kelepirlik yolunda yarı fiyatına satıldı. Sevgi evrenin göreceli kavramından ibaretti. Pagan ve DNA yazılmasının tek sebebi genetiğiyle oynanan insanın güveni yeniden inşa edilmesinden farksızdı. Paganlıkta yeni karanlık çağlara adım atıyorduk. Cehalet bildiğimiz paganların en çok tapılan hâline gelmişti. Bu aptalca varoluşta basitçe seçimlere tabi tutuluyorduk. İnsanlar sorgusuz sualsiz bir insanın ölümüne sebep oluyordu. Cehalet kitle imha silahlarının en kullanışlı hâliydi. Bu yarattığımız silah insanlığın hazin geleceğini etkiliyordu. Zaman hazin sonun sadece kıyametle biteceğinin farkında varmıştı. Totaliter zaman artık inançlarımızı değişime uğratıyor. Toplumun zaman minimize edilerek yeni DNA’lar yaratıyor. Kobay olgusunu devreye sokuyor. Kobay olan insan ya da hayvan oluyor. Bu medeniyetin bilimsel entegresi demekle yetiniyoruz . Yetindiğimiz bu olayda kendimizi kurtarmak değil bencilleştirmekti. Bencilleşen insanlığımız zamanla egolu bir kimliğe büründü. Bu bürünme hayatımızın değişkenlik göstergesi oldu. Ego bize Tanrı’ya karşı yeni tanrılar ürettirdi. DNA’mız artık yoz bir hâle bürünmüş iken popülarite ile nirvana yaptı. Bu insanlığımızın en büyük çöküş hâliydi. Alegori anlayışımız değişti. Bunlar geçmişten günümüze gelen devrim ve icatlarımızdı. Her şey DNA ve pagan anlayışımızla vuku buldu. Sonic hızla ilerliyor zaman ve biz buna ömür kılıfını uydurduk. Artık insanlık son evresini mahşerde yaşayacak. Mahşerin adaleti hiç değişmez. Sevap ve günah o yerde elektronik teraziyle tartılmayacak ama Mahkeme-ül Kübra’nın terazisinde tartılacak. DNA’mız bile sesler çıkaracak. Algıların bariton sesle seni satacak. Çünkü o yaratana itaat eder. Ya insanoğlu kaç kez yaratana itaat etti. Zaman bile silüet olacak. Ölüm bile betimsel kurban olacak. Tek öğretilerimiz kadim kitaplardan ne aldığımız olacaktır. İnsanlık, umutlarını zerrelere bırakmaya mecbur. Tüm inanışlar nereye kadar inanacak. Gelecek hiperaktif davranır. Amel, gerçek, yalan ve olgu mahşerde can bulur. Kelimelerin bile acıması olmaz. Yalan bile seni satacak. Gerçek seni koruyucu olacak. Zaman ilaç değil ömrünün testeresi olmuş. Günah bile duygularını istismar etmeyecek.
Abonelik
2 Yorumlar
Eskiler