Vahşi dalgalar teknemi batırmaya çalışırcasına salınırken sigaramın dumanı etrafımda hatırı sayılır bir bulut oluşturmuştu. Bu zehri vücuduma akıtmak her ne kadar yanlış olsa da bir nebze daha iyi hissettiriyordu. Halbuki defalarca bırakmayı denemiştim. Mutlu eden başka bir şey olmayınca kaçınılmaz bir bağ oluşmuştu aramızda. Benden gitsin istemiyordum. O da beni seviyor gibiydi. Beni öldürene dek beraberdik kuvvetle muhtemel. Zihnimdeki yoğun düşünce silsilesiyle boğuşurken teknemin 90’lar barında dans eden bir genç gibi fazlaca hareketli olduğunu fark ettim. Rüzgar daha sert esiyordu. Gökyüzünün rengi olması gerekenden daha koyuydu. Oysa ikindi vakitlerinde yaz sonunda görünmesi gereken asıl şey iç ısıtan güneş olmalıydı. Öyleydi, değil mi?
Güneş yoktu. Kara bulutlar kol kola girmiş güvenlik görevlileri gibi gökyüzünü koruyordu sanki de. Bense yüzme bilmeyen bir denizciye göre çok cesurdum. Kıyıdan epey uzaktım. Geri dönmeyi denesem en az 1 saatimi alırdı. Oysa bulutlar nefretini yeryüzüne kusmak için çok beklemeyecek gibi duruyordu. Tüm bedenimi en derinden gelen bir endişe kapladı. Dalgaların bu denli hırçın olduğu bir günde neyime güvenmiştim ben? Her hareketlerinde adeta tekneme bir tokat sallıyor, sonra geri çekiliyorlardı. Geliyordu, vuruyordu, gidiyordu. Bu döngü bir süredir devam ediyordu ve ben sigaramla meşgul olduğum için ancak farkına varıyordum.
Aptaldım. Belki sigara yüzündendi. Belki de doğuştan böyleydim. O an bunu ayırt edemeyecek kadar gerilmiştim. Birden ödümü kopartan bir gürültü oldu. Gök gürüldüyordu. Sanki yıllardır kocasının kahrını çeken ve artık dayanamayan bir kadındı. Katlanacak gücü kalmamışçasına çığlıklar atıyordu. Belki de ağlıyordu. Bilemiyordum. Bilemeyecektim. Kimse bilemezdi zaten. Çok düşünüyordum. Oysa hemen dönmem gerekiyordu. Kıyıya ne kadar yaklaşabilirsem o kadar iyi olurdu. Belli ki birazdan bir fırtına başlayacaktı ve elimden geleni yapıp kurtulmak için çabalamalıydım. Yani, yapmam gereken bu olmalıydı. Değil mi?
Durdum. Düşündüm. Ölümü düşündüm. Kafam karıştı. Hiçliği kavramaya çalıştım. Başaramadım. Ölürsem ardımdan dökülecek gözyaşlarını düşündüm. Hiçliği yani. Evet, şimdi anlıyordum hiçliği. Anlayabiliyordum. Zoruma gitmişti. Hayatım boyunca bir kez olsun kıymetim varmış gibi hissedememiştim. Yaşamamın da ölmemin de kimse için bir etkisi olmayacaktı. Evrenin oluşumundan beri süregelen kelebek etkisi bile beni kabul etmemişti. Ben bir hiçtim. Hiçliğin ta kendisiydim. Kimse için ‘’bir şey’’ olamamıştım. Hayalettim belki de. Görünmüyordum. Olamaz mıydı? Olamazdı. Kabul etmek göründüğü kadar kolay değildi. Birinin bir şeyi olabilmek için tüm ömrümü feda edebilirdim ancak hiç şansım olmamıştı. Olur sanmıştım. Yıllarca beklemiştim. Olmamıştı. Bir şansım bile olmamıştı. Ucundan kıyısından yanlışlıkla bile sevilmemiştim. Her zerrem sevgisizliği hissetmişti. Dibi görmüştüm belki de. Dip dedikleri şey bu muydu? Değilse bile benim dibim bu olmalıydı. Ağlıyor muydum yoksa?
Kararımı vermiştim. Dönmeyecektim. Dönmek için bir sebebim yoktu. Kıyıda bekleyenim yoktu. Kim bilir, belki de hak ettiğim yerdeydim. Sigaramı söndürdüm. Görünen o ki bu son buluşmamızdı. Üzülüyordum içten içe. Ama ona belli etmedim. Veda etmek istiyordum. Yapamadım. Yeterince yanmıştı benim için. Fazlası lüzumsuz olurdu. O sırada kulakları sağır etmeye yetecek cinsten bir gürültü koptu. Gök yarılıyordu. Hani nefretini kusmak için bekleyen bulutlar vardı ya… Beklemekten vazgeçtiler. Saniyeler içinde ben ne olduğunu kavrayamadan gerçekleşti her şey. Gök gürültüsü, ardı arkası kesilmeyen yağmur damlaları, öfkesi hiç dinmeyen dalgalar ve yıllardır akmayı bekleyen gözyaşlarım…
Yapayalnızdım. Hiçliğin ortasındaki hiçtim. Sanki bedenimin orta yerine bir torba dolusu buz bırakmışlar gibi üşüyordum ama önemi yoktu. Birazdan suların derinliğinde kaybolacağımın farkındaydım. Korkuyor muydum? Belki biraz. Bu bir şeyi değiştirir miydi? Hayır. Ölmeyi bekleyen çaresiz aptalın tekiydim. Kendime yetememiştim. Tek bir amacım yoktu. Birazdan ölecektim ve yapabildiğim tek şey ağlamaktı. Yağmur damlalarının soğukluğu ve gözyaşlarımın sıcaklığı yüzümde tarifsiz bir tezatlık yaratıyor ve tenimi yakıyordu. Tekneme su dolmaya başlamıştı. Oluyordu işte. Az kalmıştı. Son dakikalarımdı. Az sonra su damlaları ciğerlerime dolarken bu rezil dünyaya veda edecektim. Birden hiç yapmadığım bir şeyi yapmak istedim. Derin bir nefes aldım -hala yapabiliyorken- bakışlarımı göğe çevirdim. ‘’Neden?’’ diye haykırdım.
‘’Neden ben?’’
‘’Bir defalığına da olsa seviliyormuş gibi hissetmek istemiştim. Neden izin vermedin?’’
‘’Bir bedenin sıcaklığını hissedebilmek istedim. Neden yapamadım?’’
‘’Saçlarım şefkatle okşansın istedim. Tıpkı diğer çocuklara yapıldığı gibi… Neden olmadı?’’
Bağırıyordum. Boğazım yanıyordu. Umurumda değildi. Haykırıyordum. Neye yarayacaktı? Bilmiyordum. ‘’Neden ben?’’ dedim son defa. Çaresizce, belki biraz kısık, belki biraz cüretkar… Boşunaydı. Yavaş yavaş batıyordum. ‘’Neden?’’ diye tekrarlayıp duruyordum. ‘’Neden?’’
Dalgalar bütünüyle yutmuştu beni. Nefes diye ciğerime doldurmak zorunda kaldığım su canımı yakıyordu. Çırpınmıyordum. Hareketsizce dibe batıyordum. Bu benim kaderimdi belki de. Dibe batmak kaçınılmazdı benim için. Yaşamım boyunca dipteydim. Ölürken de en dipte olacaktım. Sığ suların insanı olamamıştım. Bana layık olan dipti. En dip.