Takvim.
23 Eylül 2008.
Takvim yapraklarını büyük bir özenle alır ve saklardım her günün sonunda. Beraber geçirdiğimiz her günü, beraber boyadığımız ahşap kutuda saklardım. Kırmızı boyalı ahşap kutuda… O zamanlar, di’li geçmiş zamanın o günleri benden alacağını bilmiyordum. Fakat kırmızı kutuya sakladığım her gün di’li geçmiş zamanın geri dönüşsüz eseri oldu.
Neredeyse üç yıldır her şeyi aynı tutmaya çalıştım. Çok sevdiğin, ne zaman canının isteyeceğinin hiç belli olmadığı dondurmaları dolaptan hiç eksik etmedim. Evdeki eşyaların yerini hiç değiştirmedim. Hatta inanmazsın belki ama kareli battaniyen hâlâ koltuğun kenarında duruyor. Fakat kimse koltukta uyuyakalmıyor artık. Battaniyen öylece duruyor orada. Geçen üç yılda, her şeyi aynı tutmaya çalıştım fakat aynı olan bunca şeyin arasına yokluğunu bir türlü yakıştıramadım. Her gece bir şarkı dinledim seninle. En sevdiklerimizden… Sanki buradaydın, hiç gitmemiştin. Ama aynı zamanda sanki hiç burada olmamıştın. Çünkü sen öyle bir gitmiştin ki bu yalnızca kendini götürmek olamazdı. Sen sanki günleri de götürmüştün. Gittiğin günden başka gün bırakmamıştın bana. 23 Eylül 2008’den sonraki güne hiç geçemedim. Başka bir gün yoktu çünkü, sen onu da götürmüştün. Bana yalnızca zamanın durduğuna inanmak, birazdan geleceğini düşünerek beklemek kalmıştı. Biliyordum gelmeyeceğini. Fakat beni kendimden böyle koruyabildim.
Ne kadar ahşap kutu varsa kırmızıya boyadım. Bir salı gününden başka gün bırakmayışının şerefine, her salı günü kağıttan bir gemi koydum kutulara. Belki denk gelirsin, içini açarsın, adına yazılmış mektuplardan biriyle karşılaşırsın. El yazımdan tanır mısın beni?
Birazdan döneceğine inanarak üç yıl geçirdim. Şimdiki zaman kipinden di’li geçmiş zamana sıyrılışını gerçeklikten iteledikçe iteledim. Okyanuslar kurudu, tüm kırmızılar soldu. Ben kafamı çevirdim, buzluğa bir dondurma kutusu daha yerleştirdim. Evet, biliyorum artık. Soldu kırmızılar.
İşte son kağıttan gemimi yapıp bırakıyorum sana. Takvim yaprağını yırtıp nihayet geçiyorum bugünü. 23 Eylül 2008’i. Bütün ahşap kutuları denize dökeceğim. Olur da senin kıyına vurursa bu gemiler, dağılmamış el yazımdan tanıyabilirsen beni; dönmek istersen eğer… Dönme olur mu? Nereye gittiysen orada kal. Çünkü işte bugün, bunca yıl, gidişinden beri aynı olan onca şeyi dağıtıp gidiyorum. Di’li geçmiş zamanın gamlı ögesi olmaya gidiyorum. Belki oralarda karşılaşırız fakat buralar artık çok uzak bizim cümlemizden.