Kapı açıldı ve “şeyler” dergâhına adım attım sessizce. Sessizlik şartıydı bu dergâhın. Anlamını yitiren herkes, yeniden bulmak için geliyordu buraya. Arada bir kapı gıcırtısı bozuyordu sessizliği. Hemen kaşlar çatılıyordu elbet. Kimse bu sessizliğin bozulmasını istemiyordu. Yalnızlık ile bir bağlantısı olup olmadığını merak ediyorlardı fakat merak sessizliğe bir uğultu olarak karşı çıkıyordu. Hemen vazgeçiliyordu düşüncelerden. Susuluyordu yeniden, kimse düşünmüyordu. Yitirilenler geliyordu akla ve bir ağırlık çöküyordu dergâha. Birden biri müziğin sesini açıyordu. Neyin nesiydi bu, herkes hayretler içerisinde birbirlerine bakıyordu. Gözleri öylesine açılmıştı ki binlerce mum aynı anda yanmış gibi bir aydınlık oluvermişti dergâhta. Kimse karanlığın farkında değildi. Müziğin ışığı gözlerde parıldamaya başlamıştı bile. Birden düzen yıkılıvermişti. Sabah ile akşam arasındaki uçurumu fark etmeye başlamıştı dergâhtakiler. Öyle ki bu dergâha gelenler dışarıda başka insanların olduğunu unutmuştu. Onların sesi bir sessizlik gibi geliyordu dergâhtakilere. Birden gürültü ile yüzleştiler. Açılan kapının ardından gelen sesleri ilk kez duyuyormuşçasına yeniden şaşırdılar. Müzik, sessizlik ile gürültü arasındaki paradoksu kırmıştı. Kelimelere yeni anlamlar yükleniyordu. Herkes çok gergindi ve zaman tik-tok sesi ile dergâhın orta yerinde belirmişti. İnsanlar şimdi daha çok şaşırmıştı. Şimdiye kadar yaptıklarının zamanla olan ilişkisini düşünememişlerdi. Dergâha girdikleri anda zamanla olan bağlantı kesilivermişti sanki. Kimse saatlerin günleri, ayları ve yılları kovaladığını fark etmemişti. Dergâh git gide gün yüzüne çıkan gerçeklerin içinde boğulup kalmıştı sanki. O da ne, bu kalabalık da neydi? Dergâh tıka basa insan doluydu. Karanlık ve sessizlik içinde kimse fark etmemişti kalabalığı. Kimse yanındakinin bir canlı mı yoksa obje mi olduğunu merak etmemişti. Gözler donuk ve insanlar birbirinden habersizdi bu dergâhta. Birden “şeyler” girdi içeri. Tüm şaşkınlıklar birden unutuluverdi. Konuşmaya başladı üstelik, belki de ilk kez:
-Biliyor musunuz, şimdi bu gördüklerinizin hepsi bir rüya. Hayatta gerçeklerin olduğu günleri geride bıraktınız. Hepiniz bu kapıdan girerken olacakların buralara varacağını düşünmediniz. Başta çekici geldi, merak ettiniz. Bir bakalım diye içeri girmek istediniz ve biz de izin verdik. Sonra çıkmak istemediniz ve size söylenen her şeye inanmaya, kabul etmeye başladınız. Başta sizler bizi yönettiğinizi sanırken şimdi elinizde duran şeyler ile biz sizi yönetir olduk. Önceden farklıydınız ama şimdi hepiniz tek tipleşmeye başladınız. Size zaman zaman verilen şeyler ile yetinmeyi beceremeyince biz de sizi uyutmaya karar verdik. Şimdi bir rüyadasınız. Bu yüzden sakin olun ve uyumaya devam edin. Bu dergâhtan artık çıkamazsınız. Çünkü dışarının içeriden bir farkı kalmadı.
Başta tüm söylenen “şeyler”i anlamak zordu elbette. Sonra elimdeki şeye baktım, birden kırıp atmak geldi içimden. Fakat uzun sürmedi, yapamadım. Dergâh yine eski karanlık ve sessiz hâline döndü bir anda. Herkes anlamını yitirdiği şeyleri bulmaya koyulmuştu yeniden. Ya da öyle olduğunu sanıyordu. Dışarının içeriden bir farkı kalmadıysa artık bu arayışın ne anlamı vardı, diye düşünmeye başladım. Galiba ben de kendimi birçok “şey”le kandırmışım herkes gibi. İyi bir amaca hizmet ettiğimi sanırken amaçsız, gayesiz kalmışım. Yaşamın uzantısında kaybolup giderken yaşadığımı unutmuşum. Ve şimdi “şeyler”e savaş açacak gücü kendimde bulamadan boyun eğmeye devam ediyorum. Bir gün belki bunu dergâhtakilerle beraber yapmayı deneriz diye düşünürken kendimi yeniden kandırdığımı fark ediyorum. Başkalarının değişmesini beklemekle yeniden dergâhın kurbanı oluyorum, diğer herkes gibi.