Bu yazıda Yunanistan ve Türkiye arasında gerilimin tırmanmasına sebep olan, gündemden düşmeyen Ege ve Doğu Akdeniz krizini temel kavramlar üzerinden basitçe anlatacağım.
Her Türk vatandaşını yakından ilgilendiren bu uluslararası krizin halk tarafından doğru anlaşılması önem arz etmektedir.
Uluslararası Deniz Hukuku kapsamında denizler, devletlerin hak sahipliğine göre şu şekilde sınıflandırılır.
1. Karasuları:
Sahildar devletin ülkesini çevreleyen ve açık denize doğru belli bir uzaklığa kadar giden, sahildar devlete ait olan deniz bölgesi. Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 3. maddesi karasularının azami 12 mil olduğunu ifade etmiştir. Fakat Ege Denizi gibi özellikli dar denizlerde bu hakkaniyet prensibine aykırıdır. Türkiye, Ege Denizi karasularını 6 mil olarak kabul etmektedir. Karasuları üzerinde yer alan hava sahası ile karasuları içerisindeki deniz yatağı ve yer altı zenginlikleri sahildar devlete aittir. Tüm devletlerin ticaret gemilerinin zararsız geçiş hakkı vardır.
2. Kıta Sahanlığı:
Kıta sahanlığı adı verilen bölge, kıyı devletinin, karasularının ilerisinde ama kıyıya bitişik durumdaki deniz tabanı ve altındaki cansız varlıkların araştırılması ve işletilmesi konusunda münhasır hak sahibi olduğu deniz yetki alanıdır. Kıyı devletinin, kıta sahanlığı üzerinde birtakım egemen hakları mevcuttur. Bu egemen hakların kullanılabilmesi için de ilan veya bildirim şartı bulunmamaktadır. Yani bu haklar, tabii hak niteliğindedir. BMDHS’nin 83. maddesine göre, kıyıları bitişik veya karşılıklı olan devletler arasında kıta sahanlığının sınırlandırılması, hakkaniyete uygun bir çözümün gerçekleşmesi için UAD Statüsü’nün 38. maddesinde belirtildiği gibi uluslararası hukuka uygun olarak anlaşma ile gerçekleştirilecektir.
Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) kıta sahanlığında ilan edilebilir. MEB ilan edilen bölgede başka bir devlete ait adaların bulunması durumu değiştirmez.
Buraya kadar anlaşılması gereken karasularının ve kıta sahanlığının sahibi ülkenin, söz konusu alandaki canlı veya cansız kaynakların sahibi olduğudur. (Balıkçılık, sondaj çalışmaları vs.)
Karşılıklı sahili olan iki devletin arasındaki deniz alanı dar ise kıta sahanlığı tabii ki 200 mil olamayacaktır. Bu durumda ise BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’nin 83. maddesi gereğince adil antlaşma yapılarak paylaşım sağlanacaktır.
Yunanistan, Meis Adası’na ve diğer adalara koşulsuz tam kıta sahanlığı verilmesi gerektiğini ve Anadolu ana karası ile en uç ada arasındaki ortay hatta göre sınırlandırma yapılmasını talep etmektedir. Bu iddiaların gerek UAD kararları gerekse uluslararası hukuk kaideleri ile bağdaşır yanı bulunmamaktadır.
28.08.2020 tarihinde Yunanistan Başbakanı Miçotakis Ege Denizi’ndeki karasularını 6 milden 12 mile çıkardıklarını açıklamıştır.
Türkiye, 8 Haziran 1995’te aldığı bir kararla, Yunanistan’ın 31 Mayıs 1995’te aldığı karasularını 6 milden 12 mile çıkarma kararını uygulaması durumunda bunu casus belli sayacağını ilan etmiştir. (Savaş sebebi)
Ege Denizi’nde Yunan karasularının 12 mil olması komik şekilde İzmir şehrinin Yunan karasuları içerisinde kalmasına sebep olmaktadır.
Bu durumda Ege Denizi haritada görüleceği gibidir.
Ege Denizi’nde hapsolacak Türkiye tarafından kabul edilemez bu durumun casus belli sayılması son derece normaldir.
Sonuç olarak;
Türkiye, tüm bu hususlar doğrultusunda Doğu Akdeniz’deki haklarını koruyabilmek için şu iddiaları savunmalıdır:
-Sınırlandırmada anlaşmanın temel ilke olması,
-Kıta sahanlı sınırlandırmasında doğal uzantı esasının temel ilke olması,
-Sınırlandırmada hakkaniyet prensiplerine dayanılması,
-Sınırlandırmada eşit uzaklık kaidesinin mutlak surette uygulanır olmaması,
-Adaların özel nitelikte olması,
-Sınırlandırmanın hakkaniyete uygun olarak yapılması,
-Doğu Akdeniz’in yarı kapalı bir deniz olması.
Türkiye’nin, konuya ilişkin tüm savlarını dayandırdığı ancak taraf olmadığı BMDHS’ye ivedilikle taraf olması, müzakerelerde daha da güçlenmesinin önünü açacaktır.