Dalgalanan elbisesini kurtarmaya çalışırken ressamla uğraşıyordu öteki taraftan. Ressamın pintiliği soru olarak çıkıyor kadının karşısına. “Pas.” diyemezdi kadın. Her yeri renksizdi. En azından bir yerini boyatmalıydı. Dank etmişti zihnindeki bilgi. Bir adamı en cezbeden şeydi kırmızı dudaklar. Evet… Evet bundan yana kullanmalıydı tercihini. ”Niye bunu tercih ettin?” der gibi, zorla fırçayı sürüyor dudaklarına.
Kadın sinirle “Dikkat et!” diye bağırıyor.
Fırçayı o kadar sert vurmuştu ki dudaklarına, dağınık topuzu ha açıldı ha açılacak hale gelmişti.
Ressamın, kadını hazırlaması bitmişti sonunda. Hazırlanma faslı güzel geçmişçesine her ikisi de gülümsüyordu.
Gülerek fırlatmıştı kadını kaderime.
Sizi denizin sonunda bir çizgi olduğuna inandıracak, benimle olan uçsuz mesafesi…
İstemeden söylüyordum tüm iltifatları.
Deniz sırf bu yüzden hırçındı bugün.
”İnsanlar seni görmemeli, bilmemeli.
Sen, benim en derin yerimde saklayıp koruduğum kadınsın.” der gibi
dalgalar, gaz veriyordu sert esen rüzgarlara.
”Bu havada benimle konuşmak istediğiniz o önemli şey nedir?”
Biliyordu.
Denizin onu kıskandığını, onu sırf denizden çıkıp bir insanla karşı karşıya geldiği için azarlayacağını biliyordu.
Kollarını bedenine doluyor, uçuşan elbisesini banka dayıyor, yüzüne düştükçe tablo havasını veren saçlarını kulaklarının arkasına geçiriyordu. Âdeta denize karşı geliyordu bir başına.
”Ben bir deniz kadınına âşık oldum.” diyorum tereddütle.
Benim âşık olduğum insan, denizde yaşayamazdı oysa.
”O deniz kızı olmasın?”
Çok bilmişliğine asılıyor suratım. Ressam zorla lastikle geriyor ağzımı. Zor da olsa gülümsüyordum şimdi.
”Deniz kızını herkes bilir. Bacakları olmadan salınmış saçlarla çizerler onu.” diyorum.
Başını yere eğiyor. ”Doğrudur.” diyor.
Dikmeye çalışıyorum ağzımı. Ressam bana sinirle bakınca da korkuyor, atıyorum elimden iğneyi.
Mecburen devam ediyorum konuşmaya.
”Benim âşık olduğum deniz kadınının; çıktığı denizden geldiği yere meydan okuyabilecek kadar güçlü ayakları, kısa saçlarından nasibini almış bazı kırıkların çıktığı dağınık topuzu vardır.” diyorum.
Elini saçına götürüyor. Emin olmak istiyor, kendisi midir bu bahsettiğim diye.
Çekip gitmek istiyorum. Daha fazla konuşmak, onu kendime bağlamak istemiyorum.
Gözünden akan bir damla yaş.
Yere düşmesine fırsat vermeden denizin hırçınla üflediği rüzgâr kapıyor yaşını.
”Eee?” diye soruyor.
Çöküyorum birden kuma. İstemeden çöktüm desem inanmazsınız.
”Çıkamam dediğin tüm derinliklere seninle dalmak istiyorum. Sen bir deniz kadınısın. Yüzgeçlerin, yok! Sırf bu yüzden ‘Boğulurum.’ dediğin her derinlikte, yüzgecin; karada merak ettiğin her hayat için de ayakların olurum senin.”
Elini saçına götürüyor. Emin olamıyordu o deniz kadınının kendisi olduğuna. Gözleri, dolan gözleri de ayaklarına bakıyordu. Gözlerimin içine kaçırdı gizlice saklamaya çalıştığı telaşını.
Denize baktı korkuyla. ”Gerçekten benim yuvam burası mı?” der gibi korkuyla bakıyordu.
Gözlerimin içine yöneltti sert ve meraklı bakışlarını.
”Neden diğer deniz kızları gibi değilim. Neden deniz kadınıydım ben?” der gibi yüzüme bakıyordu.
Bunu bana sormaya çekiniyordu.
Ben mi?
Ben içimden ressama söyleniyordum. Böyle cahil ve kibirli bir kadına evlenme teklifi ettiren ressama söyleniyor, o kadının ağzından çıkacak kelimeyi bekliyordum. ”Hadi söyle. Hadi şu kibirli sorunu sor da çekip gideyim.” diyordum kendime.
O, benim içimden ne düşündüğümü merak ediyor, ben ise sabırsızca onun ağzından çıkacak kelimeyi…
Ağzından bir türlü çıkmayan, dilinin altındaki suda eriyip yok olan o kelime; siliyor onun tüm renkli yerini. Deniz çıplak bırakıyor onu heyecanla.
O güzel kadından, bir cimcik, kalbi renksiz bir ruh kalıyor.
Bana bakıyorum telaşla.
İp yumağına dönmüş çizgilerle doluydu bedenim.
Ressama sorduğum soruları cevapsız bırakmasındandır hep bu çizgiler.
Bir cimcik kalmış, renksiz kalbin karşısında duran soru işaretli bir ruh…
Bakışıyorlardı öylece.
Denizin sonunda sizi bir çizgi olduğuna inandıracak iki birbirinden habersiz ruha, yakın olduklarını yanıltan gergin bir ip.
O gergin ipin ortasına fırlatılmış bir aşk.
Bedeni ipten yumağa dönmüş ruh atlıyor hemen. Tüm bedenindeki ipleri alıp ortadaki aşkı örtüyor. Sırf aşk canlanmasın diye çıplak kalmaya razı oluyor.
Tedirgindi. Sevdiği kadın onu bu halde görse affetme ihtimali var mıydı?
İp, adama dolanan ip; kadının çıplak bedenine değdikçe daha da aşık oluyordu kadın, sanki hikayelerdeki tüm koşuşturmacalar onun içindi.
Aması vardı birde bunun. O ip, aşkı değdirdikçe ardındaki soru işaretlerini bırakıyordu bedenine.
Kadının uçup giden elbisesinden sökülmüş iplerdi adamın “bedenim” diye sahiplendiği yumak.
Ve o yumak ile aşkı örtmeye çalıştıkça, kadını kendine daha da bağladığını anlayamıyordu. Adamın titreyen ayağıydı, yüzük kutusunda saklı olan.
Kadının kibriydi uzak mesafeden de olsa o kokuyu alabilen.
Adam gözlerini kapamış, sert rüzgara fısıldıyordu. ”Al onu.” diyordu, ”Al da kurtulayım!”. Kadının çıplak bedeni, hırçın denize galip gelmişti. ”Yok olmuştu aniden Deniz Kadını.” Adam ağlıyordu. Yüzük kutusuna sığdırdığı ayakları, suda kala kala buruşmuştu.
Elbisesini düzelten kadına sinirle bakıyor, geldiği yerin onu alıp götürmesi için dua ediyordu.
”Bu kadın ne kadar da kibirli! Şu ressamı da alıp dövesim var. Sevdiğim kadın nerede bu nerede?”
”Neden diğer deniz kızları gibi değildim ki, sorsam şimdi kibirli der bana kesin.”
Abonelik
0 Yorumlar