Uzun süredir küresel siyasette altı koyu kalemlerle çizilen ve mevcut dünya siyasetini okumaya çalışırken, karşımıza çıkan ilk gündem maddelerinden biri popülizmdir.
Tarihçesi 16. yüzyıla kadar giden popülizm, bugün dünyanın birçok farklı coğrafyasında -Avrupa’dan Venezuela’ya, Asya’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne- ülkelerin siyasetini etkileyen, siyaset biliminin üzerine tartıştığı ve kavramsal kargaşadan büyük pay sahibi olarak ayrılan bir kavramdır.
Türk Dil Kurumu, kavramı iki farklı şekilde tanımlamış.
- Politik durumu dramatize ederek halkın ilgisini uyandırmak amacıyla yapılan politika.
- Halk yardakçılığı.
Popülizm, kişilerin veya siyasi otoritelerin halkçılık anlayışı ile toplumu zümrelere ayırarak yüksek zümreye karşı halkı ve alt tabaka sınıfı savunması anlayışı olarak ifade edilse de aslında kesin hatlarıyla belirginleşen bir popülizm tanımı yoktur. Kavramın zaman ve mekâna göre değişen tanımlarıyla karşılaşırız: “Çin popülizmi”, “Fransız popülizmi”, “Rus popülizmi” gibi.
Zafer Toprak “Türkiye’de Popülizm (1908 – 1923)” kitabında Türk popülizmini Rus ve Çin popülizmine benzetmiş ve Türk popülizminin Fransız solidarizmi ve Rus narodnizminden ortaya çıktığını ifade etmiştir.
Popülizm düşüncesinin Türkiye’deki gelişimi Osmanlı döneminde yaşanan II. Meşrutiyet dönemi ile başlamıştır. Rusya’da baş gösteren halkçılık düşüncesinin Osmanlı tebaasını bir arada tutacağını düşünen Yusuf Akçura ve Ahmed Ağaoğlu gibi Müslüman entelektüeller bu arayışın farkına vararak popülizm kültürünü Osmanlı’ya aşılamaya çalışmışlardır. Osmanlı’nın kurtulmasının tek çaresinin monarşilerin yıkılmasıyla birlikte ortaya çıkan bir halk gerçeği ile mümkün olacağı görüşünü benimsemişlerdir. Daha sonra Osmanlı Devleti’nin de taraf olduğu 1. Dünya Savaşı ile birlikte Türkçülük akımının da önderi sayılan Ziya Gökalp ile birlikte halkçılık daha farklı bir boyut kazanmıştır.
Kavramın yaygın kullanış biçimi; daha çok anayasal kural tanımazlık, politik menfaat için yasalardan ve temel demokratik ilkelerden ödün vermek gibi bir çağrışım oluşturur.
Tarihi gelişimi ve felsefesi itibarıyla, popülizmin özü, halk iradesinin katıksız ve mutlak egemenliği, doğrudan demokrasi ve halkın iktidarıdır. Dolayısıyla, halk iradesi üzerinde kuvvetler ayrılığı, denetleme ve denge gibi sınırlamayı kabul etmez.
Yine halk iradesini sınırlayacağı gerekçesiyle, sözgelimi, azınlık haklarının tanınmasına da karşı çıkar. Halk iradesi yanılmaz, her zaman haklı, her zaman doğrudur ve o nedenle sınırlandırılamaz.
Popülizmin başlangıç noktası; toplumun belirli bir kesiminin, kendini toplumun tamamı olarak görmesidir. Basit sayısal çoğunluğun halk iradesi olarak görülmesi, geride kalanların dışlanması hatta haklarının ihlal edilmesi günümüzde demokrasi için en büyük tehdittir. Çoğulculuk, muhalefet, azınlık hakları gibi demokrasinin ana unsurlarından olan kavramlar bile halk iradesini sınırlayıcı birer etken olarak zımnen reddedilmektedir.
Jan-Werner Müller, “Popülizm nedir?” adlı denemesinde “İktidardaki popülistler, kutuplaştırmaya ve insanları son büyük savaş olarak tahayyül edilen bir karşılaşmaya hazırlamaya devam ederler ve siyasal çatışmayı olabildiğince ahlakileştirmeye çalışırlar.” ifadelerine yer vermiştir.
Kısacası popülist hareketlerin günümüz temel özelliklerinden biri, yapılanlara ahlaki gerekçeler üretip bu yolla meşruluk üretmektir.
Ayrıca popülizmin demokrasiyi tahrif ettiğini belirten Müller, bazı çevrelerin popülizm hakkındaki liberal olmayan demokrasi tarifine de karşı çıkar. Popülizmin liberal demokrasi ilişkisini oldukça ayrıntılı anlatıldığı bölümde “Popülistler tam olarak demokrasiye zarar verir ve seçim kazanmış olmaları, siyasal projelerine otomatik olarak demokratik meşruiyet kazandırmaz.” diye ekler.
Günümüzde popülizmin liberal demokrasiyle ilişkisi ikircikli bir yapıdadır. Bu ikircikli yapının nedeni, popülizmin seçkin karşıtlığı ve müesses nizam karşıtlığıdır.
“Populus” ve “Demos” köken olarak “halk”a karşılık gelseler ve tarihsel süreçte meşruiyet temelleri olsa da günümüzde populus kavramının son şekliyle geldiği popülizm, demokrasinin temelleriyle bağdaşmayan iki başat özelliğe sahip: Antielitizm ve antipluralizm.
Popülizm, kısa vadede demokrasinin birçok yarasını sarmaya çalışabilir. Ancak getirdiği düzen nihai olarak karamsarlığı çağırmakta ve demokrasiyi daha da aşağıya çekmektedir.
Popülizmin toplum kurgusu, iki hâkim aktör olan elitler ve kusursuz halk arasında antagonistik bir ilişkiden oluşur.
Halkçı bir karaktere bürünen popülizm, 1980’lerden sonra giderek daha da gelişme göstermiş ve aslında siyasilerin halka indikleri, halkın sorunlarını çözmek istedikleri ve halkın ideolojisini savundukları anlamda kullanılmıştır.
Demokrasi; modernleşmenin tamamlanmadığı, sanayi devriminin gerçekleşmediği ülkelerde ise popülizme dönüşmeye mahkum olmuştur.
Düşün ve sanat insanları, yazarlar, gazeteciler, siyaset bilimciler tehlikenin farkındalar ve popülizm olgusunun tehlikelerini, popülist hareketlerin dalga dalga yayıldığını ifade ediyorlar.
Nasıl 1930’lar Avrupa’sında liberal demokrasinin öldüğü ilan edilerek halkın desteği ile dikta rejimleri yükselmişse bugün de demokrasinin çoğulculuk, özgürlük ve kuvvetler ayrılığı gibi temel değerlerine karşı fakat klasik anlamda diktatörlük olmayan otoriter popülist akımlar gelişme göstermekte.
Amerika Birleşik Devletleri’nde Donald Trump,
Fransa’da Marine Le Pen,
Ve Macaristan’da Viktor Orban
Popülizmin tipik örnekleridirler.
…
Demokrasi kazanımları itibarıyla bütüncül bir yapıdır ve ikiye ayrılmalardan beslenen popülizmi var oluşu gereği kabul etmeyecektir.
Sevgiyle kalın.