CEMAAT, İSTİKRAR, ÖZDEŞLİK
Cesur Yeni Dünya, teknolojinin ve bilimsel teknik bilginin kontrolünde olan bir toplumda birey düşüncesinin ve özgürlüğün olmadığı ama bunun yerine sistemin istediği biçimde yaşayıp ve düşündüğünü sanan edilgen insanların olduğu bir dünyadır.
Roman, Londra merkezli ve yöneticisinin Mustafa Mont olduğu Dünya Devleti’nde geçmektedir. Dünya Devleti de diğer birçok distopik romanda olduğu gibi bilimsel bir toplumdur (Çörekçioğlu, 2016). Bu devletin ilkesi ise “Cemaat, Özdeşlik, İstikrar”dır. Bu bilimsel toplumun kurucu lideri ve hatta tanrısı ise Henry Ford olarak görülür. Ford öylesine değerli bir figürdür ki Ford’un doğumundan önceki her şey silinmiş, tamamen yeni bir toplumsal hafıza yaratılmıştır.
Şartlandırmanın esas olduğu bu toplumda, insanlara doğumundan yetişkinliğine kadar her aşamada müdahale edilir. Bu toplumda doğum yapmak söz konusu değildir. Doğum yapmak hayvani ve ilkel bir şey olarak görülür. Bokanovski İşlemi adı verilen yapay bir döllenme usulüyle insanlar şişelerde üretilir. Bu yöntem sayesinde bir kerede en fazla doksan altı embriyo elde edilebilmektedir. Bu sürece seri üretim ilkesinin biyolojiye uyarlanmış hâli denilebilir (Koçak, 2003). “Bokanovski İşlemi, toplumsal istikrarın en önemli araçlarından biridir!” (Huxley, 2018: 34). Bu bağlamda istikrar için ilk vazgeçtiğimiz şey aslında annelik yani doğum yetisidir. Bokanovski İşlemi’nde insanlar toplumun ihtiyacı olan insan özellikleriyle donatılır. Örneğin, bir mühendis gerekiyorsa işlem sırasında bir mühendisin gerektirdiği nitelikler daha embriyo hâlindeyken o insana kazandırılmaktadır. “Böylece her insan kendisine uygun olarak üretildiği sınıfa uygun biyolojik ve zihinsel yapıya sahip olur.” (Çörekçioğlu, 2016: 100). Aslında bir anlamda fabrika ürünü olan bu insanlar, kendilerine ait bir benliğe ve geleceğe değil toplumun ihtiyacı olan kişiler olarak yetiştirilir (Kızılay, 2018).
Bokanovski İşlemi’nden sonra sıra insanları ve onların benliklerini koşullandırmaya gelmektedir. Bu süreç Londra Merkez Kuluçka ve Şartlandırma Merkezi’nde gerçekleştirilmektedir. Temel amaç devletin istikrarının sağlanabilmesi adına tek tipleştirilmiş bir insan modeli yaratmak. İstikrar, Dünya Devleti’ndeki en önemli olgulardan birisidir. Bu bakımdan “Toplumsal istikrar olmadan uygarlık olmaz.” (Huxley, 2018: 65). Çünkü “tutkuları olan ve doğal içgüdüleriyle hareket eden insanlar” istikrarı zedeleyebilir. Bunları önleyebilmek adına koşullandırmaya insanlar henüz embriyo hâlindeyken başlanır.
Koşullandırma sayesinde insanlar şişe içinden sosyal olarak topluma hazır bireyler olarak çıkmaktadır. “Aynı zamanda yazgılarını belirleyip şartlandırıyoruz. Bebeklerimizi şişeden sosyalleşmiş insanlar olarak çıkarıyoruz.” (Huxley 2018: 40). Bununla birlikte şartlandırma temelde şu amaca hizmet etmektedir: “Mutluluk ve erdemin sırrıdır; yapmak zorunda olduğun şeyi sevmek. Tüm şartlandırmalarımızın amacı budur: İnsanlara, kaçınılmaz toplumsal yazgılarını sevdirmek.” (Huxley, 2018: 42). Bunu sağlayarak toplumsal istikrarın sağlanması hedeflenmektedir.
İSTİKRAR İÇİN SINIFLI TOPLUM
Dünya Devleti’nde çok katı ve değiştirilemez bir kast sistemi mevcuttur. İnsanlar toplumun ihtiyacına göre üretilip şartlandırıldığı için bilinçli bir sınıf yapısı kurulmuştur. Bu sınıflı yapının en tepesinde Alfa ve Beta sınıfıdır. Alfalar yönetici kesimi oluşturmaktadır. Betalar ise günümüzün memur sınıfının karşılığıdır. Gama ve delta sınıfı işçilik hizmetlerini görürken epsilonlar hizmetçi rolündedir. İnsanlar dâhil olacakları sınıfa uygun biçimde gerekli kimyasal işlemlerden geçirilir. Bu yöntem yordamıyla “insanların bedensel ve zihinsel özellikleri, toplumun üçlü hiyerarşik yapısına (yönetici, bürokrat-memur ve işçi) uygun düşecek tarzda önceden belirlenir” (Çörekçioğlu, 2016:100). Ayrıca Yeni Dünya’da sınıflar arası geçiş olanaklı değildir. İnsanlara sınıf bilinci daha embriyo hâlindeyken şartlandırılmaya başlandığından, üst sınıfa geçişi arzulamak bir kenara dursun düşünmek bile olanaksızıdır. Sınıf bilinci öylesine katı ve vazgeçilmezdir ki romanda geçen şu ifadeler durumu ortaya koymaktadır: “… hepsi yeşil giyerler, … ve Delta çocukları haki giyerler. Yo, hayır, ben Delta çocuklarıyla oyun oynamak istemiyorum. Epsilonlar daha da kötüdürler. Okuyup yazamayacak kadar aptallar. Üstelik siyah giyerler ki siyah canavarca bir renktir. Beta olduğum için öyle mutluyum ki.” (Huxley, 2018: 52).
Yeni Dünya’nın bu sınıflı toplum yapısında hangi sınıfa ait olunursa olunsun temel amaç topluma hizmet etmektir. Cesur Yeni Dünya’da en büyük erdem topluma fayda sağlamaktır. Bu öyle bir noktadadır ki öldükten sonra bile bedenler başka amaçlar için kullanılır.
İnsanların bu şekilde düşünmesinin temel nedeni “şartlandırma” ve “hipnopedya” denilen uykuda öğrenme tekniğidir. Topluma fayda sağlayacak olan yapay insanlar “hipnopedya” sayesinde neleri seveceğini, nelerden nefret edeceğini, nasıl mutlu olacağını, nasıl düşünmesi gerektiğini daha bebekken öğrenmektedir. Bebekler, kitapların ve çiçeklerin yanlarına yaklaştıklarında şiddetli bir gürültü ve elektrikle karşılaşınca onların kötü bir şey olduğunu öğreniyorlar. Bu süreç defalarca tekrarlanıyor ve bebekler yetişkin hâle geldiklerinde artık güzel şeylerden nefret eder bir duruma geliyorlar. “Sonunda çocuğun zihni bu öğretilere dönüşene dek ve bu öğretilerin toplamı çocuğun zihnini oluşturana dek. Sadece çocuğun zihnini değil. Yetişkinin zihnini de tüm yaşam süresince. Yargılayan, arzulayan ve karar veren zihin; bu öğretilerden oluşacak. Ama bütün bu öğretiler bizim öğretilerimizdir!” (Huxley, 2018: 53).
Üretim teknolojisiyle üretilen ve “hipnopedya” tekniğiyle eğitilen bu insanların sadece yaşamlarını seçme ve kimliklerini belirleme hakları değil aynı zamanda şartlandırmanın esas olduğu bu sistemde istedikleri gibi davranma, düşünme ve hissetme şansları da ellerinden alınmıştır (Kızılay, 2018).
“BİREY HİSSEDERSE TOPLUM SENDELER” Mİ?
Şartlandırmalar sayesinde benliği ellerinden alınan insanların düşünmesi Dünya Devleti’nde “soma” adı verilen yapay bir uyuşturucuyla engellenmektedir. Düşünmek bu düzence istenmeyen belki de tek şeydir. “İş, oyun; gücümüz ve zevklerimiz on yedi yaşımızda neyse altmış yaşımızda da o oluyor. Eski, berbat günlerde, yaşlılar hayattan elini eteğini çeker, emekli olur, kendini dine verir, zamanlarını okumaya ve düşünmeye ayırırlardı: Düşünmeye!” (Huxley, 2018: 75). Öte yandan birisi olur da küçük bir zaman boşluğu bulur ve düşünmeye başlarsa o zaman devreye “soma” girer. Soma tüketildiğinde insanlar düşünmezler, gerçeklikten uzaklaşırlar (Koçak, 2003). “Şahane soma, yarım gramı yarım tatil, bir gramı bir hafta sonu, iki gramı muhteşem Doğu’ya bir yolculuk, üç gramı ayda karanlık bir ebediyettir; dönünce kendilerini boşluğun diğer tarafında bulurlar, günlük çalışma meşgalelerin sağlam zeminine güvenle basar ayakları, bir oynaşmadan diğerine koşuştururlar, taş gibi kızın birinden diğerine bir Elektro-manyetik Golf Sahası’ndan diğerine…” (Huxley, 2018: 76). Toplumsal istikrar için şartlandırma, uykuda öğretim ve soma en önemli araçlardır. Soma öylesine güçlüdür ki insanların dine ihtiyaç duymasını bile engeller.
Ancak düşünmenin istenmediği bu düzen kendi karşıtını (ötekisini) yaratmaktadır. Bunlardan birisi Bernard Marx, diğeri vahşi dünyadan gelen John’dur. Marx, her ne kadar Alfa bir insan olsa da üretimde yapılan bir yanlışlık sebebiyle Gama sınıfına ait gibi görünmektedir. Dünya Devleti’ndeki diğer kişilerin aksine durumlar karşısında farklı tepkiler verebilmektedir. Marx, kadınlara birer et parçası gözüyle bakmamaktadır. Cinselliği sadece zevk için yapmak istememektedir (Koçak, 2003). Doğayla iç içe olduğunda kendisine döndüğünü söylemektedir. Neden sorumlu olduğu iş dışında başka şeyler yapamayacağını sorgulayan bir insandır. “Hayır, asıl sorun şu: Nasıl olur da yapamam ya da daha doğrusu –çünkü sonuçta, niye yapamayacağımı biliyorum- yapabilseydim ne olurdu, özgür olsaydım; şartlandırılmam beni köleleştirmeseydi” (Huxley, 2018: 106). Sistem tarafından köleleştirilmesine başkaldıran onu sorgulayan bir insandır. Düzen içindeki yapay mutluluğu kabul etmeyen bir insandır. “Evet, ‘Şimdilerde herkes mutlu’. Çocuklara beş yaşında öğretiyoruz bunu. Ama başka bir şekilde mutlu olmak istemez miydin, Lenina? Başkaları gibi değil, kendi istediğin gibi” (Huxley, 2018: 106-107). Çünkü ona göre düzenin şartlandırdığı mutluluk yapaydır. Gerçekten de herkes bebeklikten beri mutludur bu düzende. Mutsuzluğun ne demek olduğunu bilmeden sahip olunan mutluluk ne derece gerçektir? Ne derece arzulanan bir şeydir? İşte Marx karakteri düzenin bu yapaylığını yıkmak onu alaşağı etmek istemektedir içten içe. Dolayısıyla Marx, Dünya Devleti yöneticileri tarafından istikrarı, düzeni tehdit edici bir unsur olarak görülmektedir.
Buna karşılık John ise, eski Dünya ya da “ayrıbölge” olarak adlandırılan yerde yaşamaktadır. Ayrı bölgede insanlar hâlen eskisi gibi yaşamaktadır. Çocuk doğurmakta, hastalığa yakalanabilmekte, çöplerle uğraşmakta, yoksulluk çekmekte, edebiyat, aşk, din olgularına inanmaktadırlar. Kısacası insanı insan yapan değerlerle birliktedirler. “Ayrı dünya”da evlilik ve aile kurumu hâlen varlığını sürdürmektedir. Ancak Yeni Dünya’da, “evliliği ve aile kurumunu değerden düşürmek, aşk ilişkisini anlamsızlaştırmak, insanları “herkesin herkese ait olduğu” sınırsız bir cinsel özgürlüğe teşvik etmek, aşırı ve lüks tüketim propagandası yapmak, aşırı bireyselleşmeye karşı cinsel içerikli tapınma ayinleri düzenlemek, günlük kaygılara karşı insanlara resmi uyuşturucuyu (soma) sağlamak ve nihayet sanal sinema ve reklam yoluyla resmî ideolojiyi aşılamak” (Çörekçioğlu, 2016:100) söz konusudur.
John’un, Bernard Marx ile tanışması Marx’ın eski dünyaya yaptığı bir turistik gezi sayesinde gerçekleşir. John sürekli yeni dünyaların hayalini kurmaktadır. Onun Marx ile tanışması hayalini gerçekleştirmesi noktasında bir dönüm noktası olur. Bernard Marx’ın Yeni Dünya’ya gel teklifini düşünmeden kabul eder ve Marx ile birlikte Yeni Dünya’ya gelir.
Bununla birlikte John geldiği dünyanın aslında hayalini kurduğu dünya olmadığını kısa sürede anlamaktadır. Kendisini bir anda kapana kısılmış hisseder. John, karşılaştığı insanların sadece haz peşinde koşan, sürekli tüketen, duygusuz ve düşünmeyen yaratıkları olduğunu görünce büyük şaşkınlık yaşar. Yeni Dünya’da büyüyen insanlar bu tip düşüncelerden “soma” aracılığıyla kurtulabilirken John, Yeni Dünya insanları gibi şartlandırılmadığı için hâlâ ilkel dürtülere sahiptir. Bu nedenle “soma” kullanmayı reddeler ve düzeni bir anlamda yıkmaya çalışır. Çünkü John’un bu ilkel dürtüleri aslında onu insan yapan değerlerdir. İnsanı hür kılan bu değerler, Yeni Dünya’da şartlandırma sayesinde toplum hafızasından büyük oranda silinmiş, arda kalanlar “soma” ile bastırılmaya çalışılmaktadır. Yeni Dünya’nın bu baskıcı, yapay dünyası ve uygarlığı John’u bir anlamda zehirlemektedir.
“Sen gerçekten hasta görünüyorsun, John!
“Mideni bozan bir şeyler mi yedin? dedi Bernard”.
Vahşi başıyla doğruladı. “Uygarlık yedim.”
“Ne?”
“Zehirledi beni uygarlık; kirlendim…” (Huxley, 2018: 239).
John’un insani dürtüleri, Yeni Dünya’nın yöneticisi Mustafa Mond tarafından ilkel, hayvani istekler olarak görülür. Aralarındaki şu diyalog bunun açık göstergesidir. “Ben keyif aramıyorum. Tanrı’yı istiyorum, şiir istiyorum, gerçek tehlike istiyorum, özgürlük istiyorum, iyilik istiyorum. Günah istiyorum.”(Huxley, 2018: 238) diyen John’a Mond’un cevabı şu şekildedir;
“Aslında, dedi Mustafa Mond, siz mutsuz olma hakkını istiyorsunuz.”
John’un buna cevabı ise meydan okurcasına “Mutsuz olma hakkını istiyorum.” şeklinde olmuştur. Konuşmanın devamında Mond; (Huxley, 2018: 238)
“Eklemek gerekirse, ihtiyarlama, çirkinleşme ve istikrarsız kalma hakkını da istiyorsunuz; frengi ve kansere yakalanma haklarını, açlıktan nefesi kokma hakkını, sefil olma hakkını, sürekli yarın ne olacak korkusu içinde yaşama hakkını, tifoya yakalanma hakkını ve her türden ağza alınmaz acıyla işkence çekerek yaşama hakkını da istiyorsunuz.”
diyerek John’un bir anlamda kararlılığını test eder. Ancak John’un buna cevabı “Hepsini istiyorum.” (Huxley, 2018: 238) olmuştur. Vahşi, tüm acıları ve mutsuzluğuyla birlikte özgürlük istemektedir. Huxley’in dünyasında ise özgürlük ancak intihar etme özgürlüğüdür (Altıok, 2017: 533).
Bu diyalog sayesinde insanı diğer canlılardan ayıran en temel farkın bilinçli kararlar alabilmesi olduğunu görmekteyiz. Fakat Yeni Dünya’daki insanların bu bilinçli karar alma yetileri ellerinden alındığı için sistem kendini sürdürebilmektedir. Öte yandan sistem karşıtı bir olgunun ortaya çıkması yerleşik düzenin, “cemaat, özdeşlik ve istikrar”ın devamı için bir tehlike olarak görülmektedir. Bu tehlikeden kurtulmanın yolu ise ya o tehlikeyi yok etmek ya da uzaklaştırmak olacaktır. Eserde bu tehlike John’un sürgün edilmesi biçiminde ortadan kaldırılır.
SONUÇ
Huxley’in Dünya Devleti, ütopik bir eser olmasının yanında distopik ögeleri de beraberinde taşımaktadır. Yeni Dünya’nın ütopik yanı teknolojinin son derece ilerlemiş olmasından, insanların istediği her şeye kolayca sahip olmasından, hastalık denen bir olgunun artık tartışılmıyor olmasından, yoksulluk korkusu yaşamayan insanların bulunduğu bir dünyadan gelmektedir. Bununla birlikte insanların mutsuzluğa sahip olma özgürlüğünün ellerinden alınması, insanların mutsuzluğun ne demek olduğunu bilmeden mutlu olduklarını sanması, kendi benliklerinin ve bilinçlerinin kaybedilmiş olması hikâyenin distopik yanını oluşturmaktadır. Eserde bir anlamda insanı insan yapan, insanın önemsediği değerlerin yok edilmesi söz konusudur (Altıok, 2017). Huxley’in ifadesiyle (2018: 42) “Mutluluk ve erdemin sırrıdır yapmak zorunda olduğun şeyi sevmek. Tüm şartlandırmaların amacı budur, insanlara kaçınılmaz toplumsal yazgıları sevdirmek.” Bu bağlamda Yeni Dünya’da mutluluk, var olandan mümkün mertebe en yüksek hazzı almaktır, fazlasını dilememektir. Zaten dilemek gibi bir düşünceleri de olamaz. Olduğu takdirde devreye “soma” girmekte ve o düşünceleri kısa sürede yok etmektedir. “Cesur Yeni Dünya romanında insan doğasına şartlandırma, hipnopedya ve soma gibi yollarla müdahale edilerek insanların herhangi güçlü ve yoğun hisler hissetmeleri engellenerek duyumsayan, arzulayan, sorgulayan bireyler yerine kendilerinden beklendiği gibi yaşayıp hisseden toplu bir mekanizma yaratılmıştır” (Kızılay, 2018: 129).
Huxley temelde iki dünya yaratır. Bunlardan ilkinde “insanlık yokluk, güvencesizlik, hastalık dolu karanlık bir dünyada insani duygularını, özlemlerini, değerlerini, arzularını yaşamaya devam edecek” (Altıok, 2017:535). Ancak bunun tam zıttı bir dünyada yaşamak da söz konusudur. Bu dünyada herkes tüm ihtiyaçlarını dilediği kadar karşılayabilir, hastalığın olmadığı, herkesin ihtiyacının en üst düzeyde karşılanmaya çalışıldığı, hastalığın ve yaşlanmanın kontrol altına alındığı, insanların sahip olma duygusundan arındığı bir toplumda var olma savaşı verebilir (Altıok, 2017).
Dünya Devleti’nde “toplumun tek tip olması ve kütlesel kabuller içinde yaşaması dikte ettirilir” (Çelik, 2015:68) ve aslında bu amaçla şartlandırılır. Bu yapay dünyada “bireysel düşünce veya anlam için yer yoktur” ve potansiyel sapkınlığın tüm formları sistemin bir makine gibi çalışmasını sağlamak için ortadan kaldırılmalıdır (Çelik, 2015: 68). Bu nedenledir ki sistem karşıtı her eylem yok edilmeden önce tespit edilmeli, istikrarın sağlanması adına yok edilmelidir.
Hürriyet ve istikrar ikilemi eserin temel sorunsalıdır. Öte yandan bu sorunsal içeriğinde başka bir sorunu da barındırmaktadır. O sorun, özgürlüğün mü yoksa istikrarın mı öncelikli ele alınacağıdır. Cesur Yeni Dünya’da istikrar önceliklidir. İstikrar için bilim bile arka plana atılır. Çünkü bu dünyada yaratılan her şeyin bilim tarafından yok edilmesine müsaade edilmez. Bilim, ancak bu istikrarın devamı için bir araçtır. Teknoloji de bu araçlardan bir diğeridir. Teknoloji, bilimle iç içe geçerek yeni bir üretim tekniği oluşturmakta ve düzenin devamı için yapay insanlar üretilmektedir. Yine teknoloji sayesinde yapay olarak üretilen insanlar yapay bir büyüme sürecine sokulur. Yapay bir eğitime tabi tutulur. Benlikleri ve bilinçleri yapay olarak üretilir. Dolayısıyla insanlara öğretilen ve kazandırılan her şey yapaydır. Mutluluk bile.
KAYNAKÇA Altıok, E. (2017). Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sına Distopya Bağlamında “Bakış”, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, c.5 s. 58, ss. 530-538. Çelik, E. (2015). Distopik Romanlarda Toplumsal Kurgu, Sosyoloji Araştırmaları Dergisi, c. 18, s. 1, ss. 57-79. Çörekçioğlu, H. (2016). Biz ve Cesur Yeni Dünya’da İlkelcilik, Folklor/Edebiyat Dergisi, c.22, s. 86, ss.93-108. Huxley, A. (2018). Cesur Yeni Dünya, Çev. Ümit Tosun, İthaki Yayınları, İstanbul. Kızılay, Y. (2018). Cesur Yeni Dünya ve Otomatik Portakal Romanlarının İnsan Doğası Üzerine Söyledikleri: Psikanalitik Bir İnceleme, Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi c.11 s. 58 ss.123-132. Koçak, D. İ. (2003). Bir Toplum Eleştirisi Olarak Bilimkurgu Edebiyatında Karşı-Ütopyalar: Biz, Cesur Yeni Dünya, BinDokuYüzSeksenDört, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul.