Soğuk bir aralık akşamıydı, Almanya’da yaşayan Cenk ceviz ağacından olan meşhur koltuğunu balkona koymuş, sırtına ince bir hırka atmıştı -soğuktan hafif üşümesi ona büyük bir zevk verirdi- bir elinde kahve, diğer elinde sigara modern yapıdaki evleri inceliyor, yeri geldiğinde arabaların egzozlarından çıkan dumanı içine çekiyor, yeri geliyor bir kat aşağısında olan fırında yeni pişen pretselin kokusunu alıyordu. Fırının sahibi ilkokuldan arkadaşı Michael idi. Her ne kadar canı aşağıya gidip Michael’la muhabbet etmek istese de bunu yapamazdı çünkü yarın iş yerinde önemli bir toplantısı vardı. Cenk yavaş yavaş içeri girmek istediğinde gözü birden ailesi ile olan fotoğrafına ilişti. Derin mi derin bir ah çekti. Bir sigara daha yaktı. 10 yıl önce gitmiş oldukları Amsterdam tatilinden kalmaydı. Ailesi yok olmadan tam 5 yıl önce… Annesi Elif, edebiyat öğretmeni, babası Orkun ise tanınmış aşçıydı. Annesi ve babası liseden arkadaşlardı. Hatta babasının çok iyi şiir yazdığını, annesinin babasına bu sebeple âşık olduğunu, babasının annesi için özel bir şiir ve hatıra defteri tuttuğunu annesinin de edebiyatı babası sayesinde sevdiğini söylemişti. Ancak bu tatilde ailesi Cenk’e sürpriz yapmak için dışarıdan alışveriş yapmaya gittiler ama bir daha hiç geri dönemediler. Gittikleri dükkânda doğal gaz patlaması sonucu her yer tuzla buz olmuştu. Bu düşünceler aklını iyice kurcaladı, tam yatmaya giderken birden bire ilk ve son sevdiği kadın Wilma’yı gördü. Wilma ise sırma gibi sarı saçları olan elleri ve teni ipekten daha yumuşak olan bir Polonyalıydı. En çok gülüşü hoşuna giderdi Cenk’in. Güldüğünde güneşten bile daha parlak olan o enerjisini tüm dünyaya yayardı. Ne var ki Cenk, Wilma’nın son doğum gününde ona en sevdiği kırmızı güllerden almıştı ve Wilma’nın evine gitmişti. Gittiğinde kapı açıktı, şüphelendi. İçeri girdiğinde Wilma koltuğa uzanmış Cenk’i devamlı kullandığı Jean Paul parfümünden tanımıştı çünkü bu kokuyu ona Wilma almıştı, o alıştırmıştı. Wilma birden ayaklanmaya çalıştı ama kalkamadı. ”Cenk… Cenk… Cenk… Özür dilerim.” dedi. Cenk’in ellerindeki kırmızı gülleri gördü ve Wilma’nın gözünden yaşlar dökülmeye başladı, bir elinde bir kâğıt parçası Cenk’e uzatıyordu. Cenk hemen gülleri Wilma’nın yanına koydu, kâğıdı açıp baktı ve Wilma’nın 4. evre kanser olduğunu öğrendi. Wilma 1 yıldır ona hiç bundan bahsetmemişti ama devamlı kilo verdiği Cenk’in gözünden kaçmamıştı. Cenk ve Wilma, yılın sonunda nişanlanmaya karar vermişlerdi ama Wilma bunu Cenk’e yapamazdı, onu yarı yolda bırakamazdı. O yüzden yüksek dozda uyuşturucu alıp intihar etmek istemişti. Bu sebeple Cenk’e haber vermemişti. Çünkü Cenk’i hep mutlu hatırlamak istiyordu. Ancak Cenk eve gelmiş ve olan olmuştu. Cenk hemen ambulansı aramaya karar verdi. Ama Wilma ondan son isteği olarak aramamasını rica etti. Cenk Wilma’nın o ipek gibi olan ellerine dokunup birçok öpücük kondurdu, her öpücüğünde yavaş yavaş o sıcaklığın gittiğini fark ediyordu. Wilma son kez Cenk’e döndü ve ”Hoşça kal sevgilim…” dedi. Cenk ise aldığı kırmızı gülleri ona doğru yaklaştırdı. Wilma güllerden bir nefes çekti ve öldü. Cenk fotoğraftan kafasını çevirdi. Kendini sanki uykudan yeni uyanmış gibi hissetti, evin içinden ağır bir duman kokusu geliyordu. Cenk balkona çıktığında aşağı fırında yangın olduğunu fark etti ama saat gecenin üçüydü. İnsanlar yavaş yavaş bu kokudan dışarı çıkmaya başlarken Cenk evinin tabanının ısınmayan başladığını fark etti. Tam adımı atıp odadan çıkacaktı ki birden bire evin tabanı çöktü ve fırındaki ateş Cenk’in evden çıkmasını engelledi. Cenk alevin içinde annesini ve Wilma’yı gördü, onu çağırıyorlardı. Cenk sigarasından son bir nefes alıp duvardaki fotoğraflarla birlikte ailesi ve sevdiği kadının yanına gitti, ateşe atladı. Ve Cenk’in yaşadığı bu özlem son buldu.
Abonelik
0 Yorumlar