Yargıç doğru
karar verseydi, belki de
suçlu suçunu işlemezdi…
(Dostoyevski)
Edebiyat içimizdeki birikmiş, harmanlanmış düşünce lavlarının dışarıya fışkırmasıdır. Başkaldırının simgesi olmuştur. Adeta yazıldığı dönemin aynası olmuştur ve tarih boyunca yaşanan her türlü hukuki olay ve durum edebi bir biçimde ortaya çıkmıştır. İlk zamanlara gidelim. Atina’ya… O dönemki Atina ve Sparta ekonomik ve politik olarak çok yükselmişlerdir ve tabii bir şekilde (M.Ö. 431-404) Peloponez Savaşı’na girmişlerdir. Savaşı Spartalılar kazanınca Sparta zoruyla Atina yönetimine “Otuz Tiran” yönetimi gelmiştir. Bu süreçte uygulanan idam ve baskılar sekiz ay sonra isyanla devrilmelerine neden olmuştur. Bunların hepsi yaşanırken şahit olan Platon “Devlet” kitabının hayali bir devlet ve bu devletin gereklerini tasarısı ortaya çıkmasına neden olmuştur veya Orta Çağa baktığımızda Thomas More Orta Çağ Avrupa’sının ve skolastik düşünce yapısının edebi bir dille yine Platon gibi ütopik bir şekilde “Ütopya” (Yunanca ”olmayan yer”) adını verdiği eserde kurgusal bir adada hayal edilen devlet ve hukuk tasarısında bulunarak dönemin İngiltere’sine bir eleştiride bulunmuştur. Bize yakın bir döneme baktığımızda ise George Orwell’in “Hayvan Çiftliği” kitabı dönemin Rusya’sına ve Stalinizm’e bir eleştirisidir. Kitapta her hayvan bir kişiliği temsil etmektedir. Bu örnekler uzun uzadıya uzatılabilir. Örneğin ilk çağdaki hukuk ve yönetim aynası niteliğindeki “Sokratesin Savunması” eseri ya da Orta Çağ’daki hukuki yanlışlığa bir çözüm olduğu düşünülen İmmanuel Kant’ın “Ebedi Barış” eseri söylenebilir. Günümüzde bu sayı bir hayli fazladır. Görüldüğü üzere her dönemde edebiyat ile hukuk iç içe olmuş. Adeta edebiyat hukuki düşüncenin ve hukuksuz ortamın çözümü için en önemli araç olmuştur. Edebiyatın, edebi eserlerin ve sanat eserlerinin hukuka karşı gösterdiği bu yakın ilgiye karşı hukuk aynı ilgi ve yakınlığı ne yazık ki gösterememiştir çünkü hukuk daha objektif, katı ve belirgindir. Lakin bir hukukçu için edebiyat olmazsa olmazdır. İyi bir hukukçu olmanın en önemli kurallarından biri olayı muhakeme etme ve çözümlemedir. O günün koşullarını doğru analiz etmek gerekir. Bu durumda edebi bir bakış açısı gerekir. Aynı zamanda kelimelerin gücüne ve derinliğine inebilmelidir. Bir hukukçu bunu başarabilmek için edebiyat ile yakın ilişki içinde olmalıdır. Edebiyatla yakın ilişki içinde olan hukukçu Shakespeare’in dediği gibi: ”Kelimeleri kıt olur, kıt olduğu için de nadiren boşa harcanır.” Edebiyatla hukuk birbirinden ayrılamaz bir bütündür. Çünkü; adalet, hukuk, vicdan, etik ve kavramlar insanların en üst tabakadaki bir kişiye ya da herhangi bir kişiye kolayca ulaştırmak için edebiyat ihtiyaç duyar. Edebiyat düşünceleri insanlara en kolay şekilde empoze etmek ve insanları uykularından uyandırmak için çeşitli edebi kolları kullanır. Sadece roman ya da hikaye olarak düşünmek yanlış olacaktır. Bir tiyatro, bir şiir hatta bir resim bile yeri geldiğinde insanların içindeki küçük kıvılcımı körüklemeye yeterdir. Tıpkı Thomas Paine’nin “İnsan Hakları” kitabı gibi… 1791 yılında basılan kitapta devlet, halkının ya da doğal haklarını koruyamıyorsa, politik bir devrimin mübah olduğunu savunur. Ayrıca sivil örgütlenme, emekli maaşı gibi birçok olguyu geliştirmiştir. İlk yıllarında 100-200 bin satan kitap İrlanda, İskoçya ve Galler gibi ülkelerin bağımsızlık hareketinde öncü rol oynamıştır. Elbete Paine köy köy, bucak bucak gezip düşüncelerini haykırsaydı ne etkili olurdu ne de düşüncelerini bu kadar geniş kitlelere yayabilirdi. Bu durum da edebiyatın hukukun yayılımı, gelişimi açısından önemini ortaya koymaktadır. Sadece belirli döneme ya da kişi-topluma hukuk konusunun edebi yansımasını mal etmek çok yanlış olur elbette. Çünkü toplumun her kesimi hukuku, adaleti, yurttaşlığı, hakkı ve özgürlüğü bilmeye ihtiyaç duyar. Bu görev için vicdanlı, hak-hukuku temsil edebilecek, halkı için kalemini hiçbir zaman susturmayacak edebiyatçı yurttaşlara ihtiyaç duyulmuştur. Her zaman yazdıklarınız için alkış almazsınız. Kimi zaman cezalandırılırsınız hatta öldürülürsünüz. Örneğin: Hekesi bildiği Martin Luther hakkı, hukuku ve vicdanı doğru düşünmeyi öğrensinler diye incili Almancaya çevirince kilisenin doğal olarak tepkisini çekmiştir. Çevirdiği İnciller yakılmış ve kendisi de engizisyon mahkemelerinde yargılanmış ve aforoz edilmiştir. Hukuk da edebiyat için çok önemli bir olgudur. Çünkü insanın vicdanı, psikolojisi, birbirlerine ve hiyerarşik düzende her detayında düşünme ve hukuk vardır. Edebiyatçının da en önemli güç kaynağı içindekini, gördüklerini yansıtmak ise bu ortak paydada buluşurlar ve edebiyatçı, hukuk kavram ve olgusuna hakim ve yakın olmalıdır. Örnek vermek gerekirse en bilindiğiyle başlamak istiyorum. Suç ve ceza; vicdanından kaçamayan ve Raskolnikov’un iç hesaplaşmalarını anlatan Dostoyevski aslında bir taraftan da ceza hukuku ve suçlu psikolojisini çok iyi bir şekilde bizim zihnimize empoze eder. Aslında eserde sadece Raskolnikov değil toplum sorgulanır ve yargılanır. Daha sonra Francis Bacon’ın İngiltere’de yüksek bir mevkide iken bizzat yaşadıklarını yargıçların sorumluluklarını incelediği “Yargı” isimli makalesi yargıçların sorumluklarının ”jus dicere” olduğunu “not jus dare” yani yasa yapmak olmadığını ifade eder. Bizim edebiyatımızda ise A.kadir Meriçboyu anı olarak kaleme aldığı “1938 Harp Okulu Olayları ve Nazım Hikmet” adlı eser Nazım Hikmet’in haksız mahkum edildiğini anlatır. Ssadece düz yazıda değil şiirde de adalet-hukuk edebiyat ekseninde çok önemli eserler yer kaplar. Örneğin Behçet Necatigil’in 1945’te yazdığı “Kovboy Filmleri” şiiri 75 yıl önceki adaletin ve hukukun ironisini yapmaktadır. Şimdi bile adli veya hukuki bir durumda şu mısra aklımıza gelir; ”Hak mı arıyorsun adalet mi arıyorsun, mahkemeye değil kovboy filmlerine git.” Baştan dediğimiz gibi hukuk sadece düz yazı sanatında kullanılmaz örneğin tiyatroda Necip Fazıl’ın ”Reis Bey” eseri bir hakimin bir dava sonucunda yaşanan iç hesaplaşmalarını anlatılır ya da Luiz Bunuel ”Sinema duygu, düşler ve iç güdüleri dünyalara anlatmak için en iyi araçtır.” sözüne istinaden sinemaya baktığımızda ise “12 Kızgın Adam, Şeytanın Avukatı, Dava vb.” sayılabilir. Görüldüğü gibi edebiyatın her kolunda hukuk çok geniş bir yer tutmuştur. Edebiyat da hukuk da insanla ilgilenir. Bu da hukuk-edebiyat bağını daha da güçlendirir. Tabii ki hukuk sadece hiyerarşik kurallardan ibaret değildir. Bunlarla birlikte din ve örf, adet ve geleneklerden oluşur. Bu hiyerarşik dışı yaşanmışlığı ifade eden kurumlar ancak ”çarıklı erkanı harp”denilen kendini şiirle, deyişlerle ve kıssalarla ifade etmesidir. Şimdi kim hukuk-edebiyat ilişkisini inkar edebilir. Bir edebi yazarın sadece bulunduğu toplumu yansıtmak ve çözüm üretmek için hukuk-edebiyat ilişkisini kullanarak eser vermez. Kimi zaman yazarımızın başına gelen hukuki durumlar onları edebiyatta yapıt vermelerine sebep olur. Örneğin; Halikarnas Balıkçısı, Sabahattin Ali, Aziz nesin ve Rıfat Ilgaz gibi birçok edebi kişilik yazılarını cezaevinde yazmıştır. Bunların arasında Halikarnas Balıkçısı bir kişiyi öldürdüğü için yaşamı hukukun ve davaların yazgısından şekillenmiştir. Çoğu kez idamla yargılanmıştır ve sürgün edildikten sonra buradan eserlerini vermiştir. Bir gün eğer hukuk camiasında olursanız karşınıza Raskolnikov gibi iç vicdanı ile hesaplaşan biri çıkabilir ya da Orhan Kemal’in Murtaza’sı gibi görevi ihmalden kullanan biri hakkında dava açabilirsiniz. Edebiyat ve hukuk her zaman birlikte dünyanın daha yaşanılabilir bir yer olması için var olacaktır. Hukuk ve edebiyat alanı dünyada birçok yerde lisan düzeyinde Oxford, Georgetown ve Virginya gibi üniversitelerde ders olarak okutulurken ülkemizde Ankara, Hacettepe ve Anadolu üniversitesi gibi üniversitelerde ders olarak okutulur. Richard Poster ve Martin Skop gibi yazarların ise hukukla ilgili makaleleri “Hukuk ve Edebiyat” adı altında kitaplaştırılmıştır. Hukukçu-yazar olarak baktığımızda ise Necati Cumalı, Karl Marx, Mithat Cemal Kuntay, Harper Lee, ünlü 16.yüzyıl şairi Baki gibi birçok kişilik hem hukuk eğitimi görmüş hem de eser vermiştir.