Uçuyorum, uçuyorum… Bir boşlukta süzülüyor bedenim… Aldım bütün eşyalarımı, bir valize doldurdum. Ve şimdi gidiyorum, nereye olduğunu bilmiyorum. Bir uçaktan yazıyorum size dostlarım, benim ismim Canan… Bir arkadaşım vardı, o önermişti bana günce tutmayı. Ancak çok seneler geçti, meğer yazmak için bir sebebe ihtiyacı yokmuş insanın. Aynı zamanda nedenlerle ve sonuçlarla boğuşurken en çok yazma ihtiyacı duyarmış insan… Bunları şimdi anlıyorum ve şimdi ne derdimi ne mutluluğumu paylaşacak kimsem yok. İşte şimdi yazıyorum, şimdi sizlere hikayemi anlatmak istiyorum. Sizler bensiniz esasında, kime konuşuyorum ki? Bir gün bu sayfaları yırtacağım, hatta belki bu yolculuk bittiğinde sigaram için çıkardığım çakmağımla yakacağım bu yazdıklarımı. Ancak yine de konuşmak istiyorum, bu sessizlik beni öylesine boğuyor ki… Böylesine kalabalık içinde, böylesine bir yalnızlık. Duvarlar üzerime üzerime geliyordu dostlarım inanın, kaçmaktan başka çarem yoktu!
Henüz 7 yaşlarındaydım, bir yetimhanedeydim. Şaşırmayın, öyle çok insan var ki benim gibi! Bu sizin eseriniz aslında, yani siz… İşte çocuklarını doğurmak için doğuran vahşet insanların eseri… Hayatım bir şubat günü mahvoldu. Bir anda bir arabanın camından uçup giden ağaçları izlerken buldum kendimi. Hava soğuktu, camı ağzımla buhar yapıp kalp çiziyordum. İçim bir huzursuzlandı, zaten sabah saatleriydi uykumu da alamamıştım. Arkama yaslandım, yanıma baktım. Ağzını kocaman açarak gülen bir kadın, çok komik gülüyordu ben de dil çıkarmıştım. O an tokat yedim, küçücük bedenim tokadın getirdiği dayanılmaz bir acıyla uyanmıştı. Söyleyin bana, bu yapılır mı?
Aylar yılları kovalarken, küçük bir evde iki insanla yaşıyordum. Dilimi çıkardım diye yediğim tek bir tokat, içimdeki kıpır kıpır çocuğu sonsuz bir suskunluğa sürüklemişti. Bu insanların çocukları olmuyordu ve beni evlatlık almışlardı. Ancak çocuk bakmaktan zerre anlamıyorlardı. Birbirlerine sinirleniyor, kavgalar ediyor ve işin sonunda yere bir damla çay döktüğüm için beni dövüyorlardı. Ertesi gün beni öperek uyandırmaya çalışıyorlar, kafamı çevirince de karnını doyuruyoruz senin deyip bir daha dövüyorlardı. 16 yaşıma gelmiştim ve hani bir an olur ya… Bir an gelir ve sanki olgunlaştığınızı hissedersiniz… O an bana çok erken uğramıştı, çünkü yaşım yaşantılarım için henüz çok gençti. Ancak katlanıyordum, öz ebeveynlerim dahi olmayan bu insanlardan dayak yemeye katlanıyordum. Bir insan yetimhaneyi özler mi? Bir insan her duvarının acı ve ihanet koktuğu bir binayı özler mi dostlarım, söyleyin bana?
Özlüyordum. Ve ben 16 yaşında aşık olmuştum, lise 1 bitmişti ve hasretle bekliyordum ikinci senemi. Telefonum yoktu, 3 ay boyunca hiç görmemiştim onu. Suskunluğumla öylesine boğuşuyordum ki içten içe hissettiğim benliğimse böyle değildi! O açılabilirdi, yani ben… Ben sevdiğim insana bunu söyleyecek kadar yürekliydim. Hissediyordum bunu içten içe ancak yapamıyordum. Sessizce okul alışverişinden bahsettiğim bir geceydi, okulların açılmasına 1 hafta vardı. İşte hayatımın ikinci berbat günüydü; okul hayatımın bittiğini öğrenmiştim. Küçücük odama geçtiğimde, ağlamıyordum. Yalnız şöyle düşünüyordum; bu insanlar beni yanına aldılarsa eğitimimi tamamlamak zorunda değil miydim? Sonuçta ben mi dedim ”Alın beni, mahvedin hayatımı.” diye! Ama yalnız içimdeydi her şey, o kadar acizdim. Ne sevdiğimi söyleyebiliyor, ne nefretimi kusabiliyordum. Ne kadar acizim ama söyleyin bana dostlarım benim mi suçum?
19 yaşındaydım, hayatımın üçüncü kahreden gününe geleceğim. Aslında her günüm berbattı ama; bu günler kaderimin oluşmasında en büyük oyunları oynamışlardı. Hadi dediler bana, süslen püslen; kahve yap. İstemeye gelecekler seni! Buna dayanamazdım, şimdi daha bilgili ve olgundum. Buna boyun eğemezdim. Bana bunu yapmaya hakları yoktu! Geldiler dostlarım, istediler beni. Güzel bir parayla aldılar beni, benim yine sesim çıkmadı. İşte bu yüzden kimseye derdimi anlatamıyorum, çünkü bana diyorlar ki ”Senin hatan, neden evet dedin?” Benim ne suçum vardı, bir de benim ağzımdan dinleseydiniz ya bu hikayeyi. Beni anlayan yalnız ben miyim? Evet boyun eğdim ama yalnızca 7 yaşında bir tokat yemiştim ve bu bir çocuk için çok şeydi. Odun kesmekten ağırlaşan bir el, pütür pütür bir deri. Yüzüme öylesine bir tokat indirmişti ki, sırf dilimi çıkardım diyeydi! İyi de çocuktum ben, şimdi bu ağzım hiç konuşamıyor ise bunun suçlusu ben miyim dostlarım, söyleyin?
2 çocuk doğurdum, dul kaldım ve henüz 32 yaşındaydım. Pislik bir insandı zaten, o da döverdi beni. Bir kavgada vurulmuş gitmişti. Sevindim, bir insan ölmüştü ama sevinmiştim ben! Çünkü şimdi muhtaç değildim, yalnız bana muhtaç olan 2 çocuğum ve ben vardım. Bazen düşünüyordum ya beni hiç yetimhaneye bırakmayacak bir ailede doğsaydım, ya beni alanlar böyle kötü insanlar olmasaydı.. Halen onlara sorabilseydiniz, biz onun karnını doyurduk derler! Dul kaldığımda da ne çok laf dediler bana! Kocasızdım, kadın başıma 2 çocuğa nasıl bakardım! Hadi çocuk büyütmek hele de tek başına zorlu iş, bu benim derdim ama yine de düşünüyorsunuz sağ olun, tamam ama kocasız mı? Bir insan mı beni yansıtıyordu yani, ne geç anlamışım değil mi bazı şeyleri… Önce iki insanın altında ezilen bir evlat olmuştum, oysa onlara ait değildim. Şimdi bir başlık parasının esiri olmuştum, oysa ben para kadar değersiz değildim. Bunları yaşamayı hak etmiş miydim, söyleyin bana dostlarım?
Büyüttüm, henüz kendim çocukluğumu hiç yaşayamamış bir anne iken iki çocuk büyüttüm. Ancak öyle kötüydüm ki ben, nasıl büyüttüm onları hiç bilmem. Bir kafede bulaşık yıkayarak geçim sağlanır mı? Bu çocuklar anasını anlarlar mı? Onlar da bıraktılar beni, 20’lerine geldiklerinde ikisi de göçtü gitti ve ben emek ettim size diyemedim. Çünkü yaşam bu değildi ve bunu en iyi ben biliyordum. Yaşam kesinlikle dört duvar arasında bir yer sofrası ve hesap defteri değildi! Benim çocuklarım şimdi nerelerde bilmiyorum, belki ben de onları bırakmalıydım yetimhaneye. Daha iyi olur muydu ya da onlar böyle düşünmüşler miydi hiç acaba? Ama sanıyorum düşünmediler çünkü ben olsam düşünmezdim. Annenin kucağında ne rahat ediyorlardı, ben de ne çok isterdim annemden gelen sıcak bir sarılmayı. Ben bundan mahrum kaldım, söyleyin bana dostlarım. Sadece susmayın, bir şeyler söyleyin dostlarım!
İşte ben, şimdi 48 yaşındayım. Beklemiyordunuz değil mi, yani ben… Bu genç ruhlu, çocuk gibi sevilmeye muhtaç ben. Beklemiyordum değil mi, bu yaşımda halen aynı sıkıntılarla boğuşmayı? Bir gün her şeyin güzel olacağına nasıl da inanmıştım. Hayallerimde, âşık olduğum o insan gelecek ve ben de seni sevmiştim diyecekti! Güneşin alnında bir kumsalda yürüyecektik. Olmadı, dilediğim hiçbir şeye sahip olamadım. Ancak bir an bir şey oldu dostlarım. İki gün önce, bir sahaf geziyorken oldu. Seyahat bölümündeydim ve kapıdan geçen bastonlu bir beyi gördüm. Nasıl bağdaştırdım bilmiyorum, belki benim de bir gün böyle ihtiyarlayacağım düştü aklıma, kim bilir? Veyahut neden buradayım, zamanı tutamıyorum dedim bir an belki (?). Neticede açtım kumbarayı. Bir gözlü evimde, yıllarca çabalayıp ne karnını doyuracak çocuğum varken ne bir derdim tasam varken biriktirdiğim parayı serdim yere. 2 yıldır açmamıştım kumbarayı, oysa bazı anlar ağzım resmen bir ramazan günü gibi kokmuştu! Ancak şimdi açmıştım, öyle çok bir şey de çıkmamıştı. Ama bir uçak biletine yetmişti param. Bu benim hakkımdı değil mi dostlarım, söyleyin bana?
Ve işte, parmak kalınlığında bir gözlükle dahi zor gördüğüm abuk subuk ismi olan bir ülkeye gidiyorum. Boş geçirdiğim günlerim, aylarım hatta yıllarım olmuştu. Ve bu dönemlerde boş kalmamak için ortak dili öğrenmiştim. Bu benim hayatta tek ve en büyük başarımdı, yani ben öyle görüyordum! Ve şimdi bir ülkeye, uzak bir ülkeye gidiyordum. Her şeyi ardımda bırakacağıma ant içtim. Zaten kaç yılım kaldı şunun şurasında değil mi! Ciğerlerim sigaranın dumanından daha karayken bir ton hastalığım varken kaç yıl daha sefalet içinde, acı içinde dört duvar ile beraber yaşayacaktım! Kedi mi alacaktım, alkole mi abanacaktım? Onca yaşanmışlığın peşine bu beklenirdi değil mi? Ancak 48 yıl toplumun uydurduğu iğrenç bir kalıpta yaşam sürmüştüm ve şimdi bu ihtiyar dul kalıbını nasıl yedireyim kendim? Söyleyin dostlarım nasıl, nasıl?
Şimdi bana halen kızıyor musunuz bilmiyorum. Ben her şeyi bıraktım, bu yazdıklarımı yakacağım. Bu yaşanmışlıklar yalnızca kilometreler ötede suskun, korkak bir kızın yaşanmışlıkları. Susturulmuş, korkutulmuş bir kızın. Ve şimdi gidiyorum, bu yaşımda yeniden hayatıma başlayacağım. Ve bu çok zor gelmiyor bana. Bir iş bulacağım veyahut bütün param bitene kadar eğleneceğim. Ve bir köşede sessiz sedasız, bir görevlinin beni bulup kimsesizler mezarlığına gömmesini bekleyeceğim. Bunlar beni hiç korkutmuyor, asla alıkoymuyor. İşte bu benim belki de başka bir başarım. Artık gidiyorum, kaçıyorum kendimden. Tamam dostlarım, daha fazla yazmayacağım. Başınız ağrıdı değil mi, olur öyle.
Uçuyorum, uçuyorum… Bir boşlukta süzülüyor bedenim.