Bitkilerin bizler için neler yaptıklarını biliyoruz. Bazılarımız ormanlardaki ağaçlardan yapılmış ahşap masasında oturuyor, fincanlarımızdaki Brezilya’da yetişen kahve çekirdeklerinden öğütülerek hazırlanmış kahveyi yudumluyoruz. Pamuktan yapılan giysiler giyiyor, milyonlarca yıl önce ölmüş bitkilerden elde edilen benzinle çalışan arabalarımıza biniyoruz. Ve hatta hastalandığımızda birçoğu bitkilerden elde edilen ilaçlar sayesinde ateşimizi düşürüyor, şifa buluyoruz. En basitinden sevdiğimiz biri elinde çiçeklerle geldiğinde onları görmek bile bizi mutlu edebiliyor, burada çiçeklerin payı daha az olsa bile. 🙂
Peki bitkilerin iç yaşamlarında neler oluyor, hiç merak ettiniz mi? Bahçenizde veya oturduğunuz bir parkta sessiz sedasız duran bitkiler sizi hatırlar, hatta hissedebilirler mi? Size bitkilerin dünyaya nasıl baktıkları hakkında ufak ipuçları vereceğim. Belki onlar hakkında farklı şeyler öğrenebilir, bundan sonra onlara biraz daha özenle bakabiliriz.
Kimi zaman bitkilerin güzel ve keyifli taraflarıyla karşılaşırız, akşamüzeri yemyeşil çimenlerin üzerinde oturup sohbet etmek gibi. Kimi zaman da sert ve incitici olabilirler, yol üzerinde gördüğümüz böğürtlenlere ulaşabilmek için aştığımız dikenli dallar gibi. Ama çoğu zaman onların varlığını göz ardı ederiz. Ne kadar değerli olduklarını unutup onları yok eder, yerine binalar inşa ederiz. Papatyanın yapraklarını koparıp hislerimizin gerçek sahibiyle konuşmak yerine onlardan bir cevap bekleriz. Peki ya bitkiler onlara dokunduğumuzun farkındaysa?
Bitkiler doğrudan teması hissedebilirler. Mesela sarmaşık gibi bitkiler çit gibi destek veren bir nesneyle temas ettiğinde hızla büyümeye başlayıp çite sarılabilirler. Ya da bazı bitkilere dokunmak, onları sallamak büyümelerini durdurabilir.
Bitkiler bizlerin tanımıyla ”hissetmezler” tabii ki. Pişmanlık hissetmezler, hissettikleri için bir eylemi gerçekleştirmezler. İçgüdüsel bir farkındalıkları yoktur. Ama dokunmayı algılarlar, üstelik bizden daha hassas hisseden bitkiler de vardır.

Örneğin küstüm otu bitkisi dokunmaya tepki veren bitkilerden birisidir. Yaprakları dokunmaya aşırı hassastır, birine hafifçe dokunduğunuzda bile tüm yaprakçıkları kapanır. Ayrıca bir bitki nasıl bir çevrede büyüdüğünü de bu çevrede ona olan temasların sonucunda hisseder. Rüzgâr, yağmur gibi çeşitli dokunsal streslere maruz kalır, diğer canlılarla temasta bulunur. Bu yüzden geliştiği konuma bağlı olarak kendi yapısında bazı adaptasyonlar geçirir. Dağda büyüyen ağaçların güçlü rüzgârla kalınlaşan gövdesi ve korunaklı bir yerde büyüyen ağaçların ince ve kısa gelişen gövdelerini düşünebiliriz. Bilim insanları bitkilerde, mekanik uyaranların oluşturduğu etki sırasında kalsiyum iyonlarının arttığını gözlemlediler, bu artış da birçok hücresel faaliyeti etkiliyordu. Böylelikle bitkiler yapraklarına sürtünen bir hayvanı ya da esen bir rüzgârı hissedebilirler. Elbette kötü ve zor koşullardan kaçamazlar, güneşe doğru yönelseler de bulundukları yeri terk edemezler ancak metabolizmalarını bu ortamlara uyum sağlamak amacıyla değiştirirler. Hiçbirimiz hâlinden memnun olmayan bir ağaç görmemişizdir, değil mi?
Peki bu ortama uyum sağlarken yaptıklarını hatırlayabilirler mi? Bizlerden yola çıkarak bir karşılaştırma yapalım.
Bizler için anılar zihnimizde oldukça büyük bir öneme sahip. Çocukken oynadığımız bir oyunu, sevdiğimiz bir dondurmanın tadını veya geçen hafta başımıza gelen talihsiz bir olayı hatırlayabiliriz. Bir zamanlar sahilde gördüğümüz o muhteşem gün batımını zihnimizde canlandırıp orada olmayı dilediğimiz de olmuştur. Bazen de belleğimizin tüm bunları yeniden hatırlayabilmesi için bir duyusal girdi yeterlidir; tanıdık bir koku, yenilen dondurmaya benzer bir tat almak hatta bir şarkı duymak bile bizi o ana götürebilir.
Bitkiler de birçok duyusal girdilerden yararlanır. Ama bitki hafızası insan ve hayvan hafızasından farklıdır çünkü hafızanın bir beyin yapısında depolanması değil, organizmanın yaşamında hayatta kalmasına yardım etmek için kullandığı deneyimler söz konusudur. ”Keşke şu anda tohum zarfının içinde olup her şeye yeniden başlayabilseydim…” diye düşünmezler ya da kuraklığı hatırlayıp büyümekten vazgeçmezler. Ama dış uyaranları algılayabilir, onlara tepki verebilir ve bu tepkilerini ”hatırlayarak” başka zamanlarda kullanabilirler. Nasıl mı? Daha açıklayıcı olması için bir örnek üzerinden gidelim.

John Burdon-Sanderson isimli bir fizyolog, 1885’te sinekkapan bitkisinin fizyolojisi ile ilgili açıklamalar yaptı. Bildiğiniz gibi sinekkapan bitkisi böceklerden beslenen ve böceğin ona gelmesiyle yapraklarını kapatarak ondan beslenen etçil bir bitkidir. Yapraklarının kapanması için çok fazla enerjiye ihtiyaç duyar, bu yüzden kapanmasına değecek büyüklükte bir böcek olup olmadığını bilmesi gerekir. Bunun için de yaprağının üzerinde siyah büyük tüyler vardır. Böcek bu tüylerden birine dokunursa yaprak kapanmaz ama yirmi saniye içinde iki tüye birden dokunursa sinekkapanı harekete geçer. Yani ilk tüye dokunduğunun bilgisini kaydedip birkaç saniye depolar ve ikinci tüye dokunmasıyla bu bilgiyi yeniden açığa çıkarır. Küçük bir karıncanın yaprağında yürüdüğünü düşünelim, ikinci tüye ulaşması fazla uzun sürerse bitki bu uyaranı unutur ve karınca mutlu mesut hayatına devam eder. Peki bitki bu ilk bilgiyi nasıl depoladı? Buna onda var olan kısa süreli bellek diyebiliriz.
Bunlarla ilgili farklı zamanlarda, birçok farklı bitki üzerinde yapılan kapsamlı deneyler mevcut. Biraz araştırma yaparak aslında bu konunun görünenden daha karmaşık olabileceğini fark edebilirsiniz. Çok daha basit bir örnek olarak bir evin önündeki çalıları budayan bahçe sahibini verebiliriz. Eğer doğru bir budama yapıyorsa aslında tam olarak yaptığı şey; her daldaki yan tomurcukları keserek daha fazla yeni dalların büyümesine olanak sağlamaktır. Bu da bitkinin zarar gördüğü travmatik deneyimi depolayıp günler sonrasında hatırlayarak farklı tarafa büyüme gösterdiğini açıklar.
Bitkiler bizler gibi eylemlere bağlı anlam taşıyan olaylardan ziyade çevrelerinde neyin nasıl olduğu hakkında bilgiler kaydederler. Ama sonuçta bir bellek türünden söz etmemiz mümkün. Bu da bitkilerin çevrelerinde olup bitenlerden haberlerinin olduğunu gösterir. Ama çevresindeki kişilerin onunla kişisel bir bağ kurduklarını anlayamazlar. Örneğin bazen bitkilerini sularken onlarla konuşan teyzelere rastlarız. Ne zaman çiçek açacaklarıyla ilgili sitem dolu konuşmalar yaparlar. Hatta yaprakları hastalık kaptığında mutsuz göründüklerini söyleyen kişilere bile rastlarız. Ama bitkiler acı çekmez veya mutlu/mutsuz olmazlar çünkü biliyoruz ki bizler gibi bu karmaşık duyguları algılayacak bir beyinleri yoktur. Yine de en basit tabirle, bizler gibi çevresinin farkında olduğunu, karşılaştığı olayları zamanı geldiğinde kayıt aldığı bellekten çıkararak hatırladığını ve buna göre hareket ettiğini söyleyebiliriz.
Onlardan farklı olarak bizde var olan bazı yetenekler daha var ki o da değer bilmek ve özen göstermektir. Onlara tahmin ettiğimizden çok daha fazla ihtiyacımız var. Olumsuz herhangi bir şey hissetmiyor olabilirler ancak onların yok edilmesinin verdiği hissi bizlerin duyması gerekir diye düşünüyorum. Doğanın, rant sağlamak uğruna acımasızca yok edilmek istendiği günümüzde, bu konu özellikle vurgulanmalı. Betonlar gün geçtikçe yeşilleri yutuyor. Onları ihmal etmek, aslında üzerinde planlar yaptığımız geleceğimizi ihmal etmek demektir. Bizlerin bu dünyada yaşamak ve yer edinmek için bir başka canlıyı yok etmesi gerekmez, üstelik o canlıların bizlerin yaşamındaki öneminin bu denli farkındayken.
Siz de çimenlerin ortasında açmış bir papatyaya veya bir çam ağacının dikenli yapraklarına dokunduğunuzda o bitkinin bunu hatırlayacağını bilin. Ama bu eylemi ”sizin” yaptığınızı hatırlamayacaklar. Siz ise o bitkiyi ve içinde bulunduğu nefis manzarayı hafızanızda bir yerde anı olarak saklayacak, bir gün bu yazı karşınıza çıkarsa yeniden hatırlayacaksınız. Umuyorum ki hatırladığımız gibi güzel kalmaya devam ederler.