O gece ya cinayet işlenmişti ya da yazar Deniz sonunda intihar etmişti.
Güneş doğmak üzereydi, dedektif Deniz faali meçhul dosyalara dalmıştı her zamanki gibi. Uyku nedir çok bilmezdi. Mesaisi bittiğinde balıkçı denizin restoranında akşam yemeğini yer eve dönüp bir hayli şarap ve sigara içerek çözülmemiş dosyalara gömülürdü salondaki eskimiş kanepesinde. Her zamanki gibi bir gecede telefonu çaldı. Olay yerine acil gelmesi gerektiği yazar Deniz’in öldüğünü, savcı denizin arandığını söylüyordu o gece nöbetçi olan Deniz.
Çok bir takım elbisesi yoktu, giyinmesi kısa sürdü, sert bir kahve yaptı kendine. Eski arabasında döke saça içebildi kahveyi. Penceren vuran soğukta iyi gelmişti. Yazar Deniz’in nasıl öldüğünü merak ediyordu, kendini mi asmıştı yoksa kafasına mı sıkmıştı? Herhangi bir cinayet resmi geçmiyordu aklından. İçine kapanık, çok etrafta görünmeyen, çok konuşmayan bir kadındı yazar Deniz.
Olay bandı şeritlerini geçerken bir sigara daha yaktı. Pencerenin önündeki çalışma masasının başında kalbine kalem saplanmış, başı sol yanağının üzerinde masaya düşmüş bir şekilde duruyordu yazar Deniz. Kıvırcık saçlarından bir iki tutam, topuzundan çıkmayı başarıp yüzünde yerlerini almıştı. Gözünde ölüm korkusu görünmüyordu. Daktilosunda tamamlanmamış bir kelime vardı “Deniz s” yazabilmişti sadece, ellerinde kan vardı. Daktiloda bastığı harfleri de kana bulamıştı.
Cesedi incelemeyi bıraktım, masadaki etrafa dağılmış sayfaların üzerinde gezdi önce gözlerim. Gözlüğü birkaç karalama kâğıdının üzerindeydi. Gözlüğünün sol camındaki çatlak yerli yerindeydi. Geçen haftalarda yolda karşılaştığımızda söylemiştim “Yazar Deniz gözlüğünün sol camı çatlamış üstadım.” diye. Yazar olmasından kaynaklı olduğunu düşündüğüm afili bir cevap vermişti “Dünyayı sol tarafım kırık olarak görüyor, sol gözüm de kırık görse çok bir şey değişmeyecek.” demişti yavaşça kitaplığa kaydı bakışlarım. Raflarda yüzlerce kitap vardı. Kitaplığa sığmayanlar salonun ortasında üst üste biriktirilmişti. Hasır bir iple belirli bir yüksekliğe gelenler özenle bağlanmıştı.
Etrafı incelerken içeriye savcı Deniz girdi. İkimiz de birbirimizden çok hoşlanmazdık. Neler bulduğumu sordu vakit kaybetmeden. Sıcak yatağına bir an önce dönmek istediği kravatını cebine tıkıştırmasından belliydi. Vicdansız bir adamdı savcı Deniz. Önüne gelen dosyalarda şahısların neden o suçları işlediğini asla düşünmezdi. Kanundaki unsurlar oluşmuşsa en ağır cezayı isteyerek iddianamesini oluştururdu hemen. Ayaklı ceza kanunu derdim hep içimden.
Olay yerine yeni geldiğimi, daktilodaki yarım kelime dışında herhangi bir şey bulamadığı söyledim. “En son ne yazıyormuş?” dedi kâğıtları incelerken savcı Deniz. Yolda karşılaştığımızda son kitabını çok beğendiğimi ikinci kitabı da yazıp yazmayacağını sormuştum yazar Denize. İlk kitabı “Bir Varmış Bir Yokmuş”tu. Gerçekleşmeyecek bir hikâyeyi anlattığı yazıyordu ilk sayfasında. Hikâyenin ucu açık şekilde bitmesinden seri olacağını düşündüğüm için sormuştum. Devamını da yazacak mısınız acaba? Gerçekleşmeyecek hikâyesinin devamını yazmaktan korktuğunu söylemiş, bunu söyler söylemez de pişman olup iznimi istemişti eve gitmek için. Israr etmezdim kimseye yazar Deniz’i rahatsız ettiğim için özür diledim, hikâyesini çok beğendiğimi ve devamını merak ettiğimi söyleyip balıkçı Deniz’in restoranına doğru dönmüştüm köşeden. Savcı Deniz’e de bu konuşmayı anlattım. “Bundan ne anlamamı bekliyorsun?” diye üst perdeden cevap verdi yine. Sustum. Yazar Deniz’in cesedinin yanında tartışmak istemedim savcı Deniz’le.