Hayatın bütün meselesinin patronları mutlu etmek olduğuna inandığım bir sabah daha. 6.37
Sistemin arzuladığından yedi dakika geç uyanmak demek şüpheyle yapmadığım kahvaltının kesin iptaliydi. Üç günde bir değişen tişörtün üçüncü günü. Beyaz çizgili olanı seçtim.
Fazla seçim hakkım yoktu. İşe yetişmeye çalışan zebrayı andırıyordum. Aynanın önünde bir an duraksadım, çizgiler… Lanet yüzün her tarafında çizgiler… Emek emek… Mesailer dahil. Durağa kadar ara ara koştum. ‘’Biz bir aileyiz, kendinizi evinizde hissedin!’’ Bütün patronların söylediği türden bir yalandı. Asla evinizde hissettirmez o…u çocukları. Bu klişeden sonra ortada da gözükmezler zaten. Kamyon kapıya dayanmıştı bile.
‘’Günaydın.’’
Sekiz kişilik kalabalıktan sadece birkaçı cevap verdi. Yürüyen ruhlar. Kanlarını her sabah yedi otuzda dikildikleri firmaya emdirmek için hazır bulunurlar.
Sabahın yedi buçuğu. Gülmenin en anlamsız saati olduğuna yemin edebilirim. Uykuda değilseniz.
‘’Buraya mı indireyim?’’
Bir kamyon dolusu ayakkabı kolisi. Büyük bir ayakkabı firmasında çalışmak aynı zamanda sıkı bir bele de sahip olmak demekti. Üç yıl dayanırsan ne ala.
‘’Halil Bey.’’
‘’Ne var?”
Hafta sonu bile karın tokluğuna çalıştırılıp bütün hafta bey olmak yalnızca buraya özgüydü sanırım. Nefret ederdim. Bütün sıfatlardan.
‘’Koliler.’’
‘N’olmuş kolilere?’’
‘’El atsanız fena olmaz.’’
‘’Bir yere gittikleri yok.’’
‘’Gitmesi gerekiyor işte’’.
‘’Bak Sezai…’’
‘’Sizi resmiyete davet ediyorum, burası kurumsal bir şirket Halil Bey.’’
Sigaradan bir nefes daha aldım. O ebleh suratına basmak istedim. Hışımla yere attım. Öfkemi gözlerimden anlamıştı. Başka bir kölenin yanına gitti.
‘’Daha hızlı olalım arkadaşlar yoksa gün uzar.’’
Arkadaşım değildi. Emrine anında itaat etmediğimi not almıştı bile. Patronun sağ kolu. Kansız şef. Nasıl şef olduğu konusundaki en büyük teori içerideki konuşmaları patrona yetiştirmesi yönünde. İnanmıştım. Göbeği küçük bir havuzu andırıyordu. Gut hastası olması an meselesi. Normal çalışanlarla asla aynı yemeği yemez. Şapsız p…ç.
Buranın tek güzel tarafı iş elbisesi diye bir saçmalığın olmamasıydı. İstediğin gibi giy. Büyük bir şirketi temsil ettiğini unutma. İlk koliyi aldım.
‘’İçeriye mi yoksa depoya mı?’’
‘’Onlar depoya Halil Bey.’’
‘’Halil Bey koysun sana!’’
‘’Pardon?’’
‘’Depoya dimi?’’
‘’Depoya.’’
Tek tek çapsız görünen ayakkabılar kolilerde cesete dönüşüyorlardı. Kalabalığın gücü, eskiden buna sendikalaşma denirdi. İkinci tura döndüm. Tekrar yüklendim. Belim çok çabuk zorlanıyordu. Mesleğin ikinci yılında bel fıtığı. Satış elemanlığı dışında her haltı yapıyordun. Koliler, tuvalet temizliği, patronlara çay servisi, şef olmak istersen de yavşaklık. Ne denk gelirse. Yirmi sekiz yaşında bu kadar beyaz saçın başka bir anlamı olamazdı yoksa. Onuncu turumda çay saati. Attım kendimi dışarı. İş dışında kimseyle görüşmüyordum. Ara sıra molalarda gelenler olurdu yanıma. Çay sigara, o kadar. Muhabbete vaktin asla olmazdı zaten. Konuşacaksan da ellerin boş durmamak zorundaydı. Ayakkabı düzeni, toz alma. Konuşmak da yoruyordu bir yerden sonra. Halinden memnunları dinlemek kadar yorucusu yoktu ama.
‘’Ahmet Sıla’ya bakmış, kesin sevgililer.’’
Bazıları bayılıyordu bu oyunu oynamaya. Piyon olduğu bas bas bağırıyordu ama yine de yönetiyorum sanıyordu bir şeyleri. Kimin ne bok yediği çok önemliydi. Patronlar bunu istemez. İş yerinde kimse işçi olduğunu unutmasın isterler. Aksi durumda anons edilirdin.
‘’Ahmet Bey lütfen müdür odasına geliniz!’’
On dakikaya iki sigara sığdırdım. Keyif almıyordum ama. Bir şey yapıyorum hissine kapılmak için. Tekrar koliler. Biteceği yoktu. En az on iki saat. İçerisi bir nebze olsun serindi. Dışarıdan kolilerle içeriye yürümekse öldürüyordu. Santim santim çürüyorduk. Herkes farkındaydı ama kimse birbirine bunu söyleyemiyordu. Bu paraya. En düşük ücrete çalışıyorduk. Asgari. Gut hastası dangalak şef hariç. Onun ne kadar aldığını kimse bilmiyordu. Kimse bunu düşünmek istemezdi. Hükûmet yüzde üç zam verecekmiş. Güzel haber zannederdi bunu su katılmamış beyinsizler. Her gece bu son diye çıkardın buradan. Girerken başlıyoruz diye mutsuz, çıkarken yarın yine var diye mutsuzdu beynini kullananlar. Sayımız azdı, patronların işine geliyordu. Örgütsüzlük. Neredeyse bütün yayınevlerine dosyamı yollamıştım. Roman, şiir, çocuk kitabı bile. Her haltı yazabildiğime emindim. Mutlu oluyordum yazarken. Özellikle koli taşımaya, beş para etmez ayakkabıları gelişinin en az üç katı fiyatına satmaya kıyasla. Görünmüyordum ama. Tekrar mail. Tekrar ve tekrar. Sürekli kontrol ettiğim boş mail kutusu. Hayal kırıklığı ve yeni bir paket daha. Hayat bazıları için bir girdaptan farklı değildi. Kendine bunu söyleyebilenler mutsuzdu haliyle. Kendini sahte kahkahalarla kandıranlar ise asıl mutsuzlardı.
‘’Bir daha uygunsuz, seviyeyi aşan konuşmalar olmamak kaydıyla affedildin.’’
İşine son verilmekle tehdit edilecek son yerdi burası. Ahmet Sıla’nın yanından geçmeye korkmuştu o günden sonra. Omurgasız p…k. Suçlu olarak işten çıkarılırsa tazminatını alamazdı. Her ay artan lanet faturaların hakkından gelemezdi yoksa. Şansımız ara sıra yaver gidiyordu. Bu akşam mesai yoktu. Saat sekizde paydos.
‘’İyi akşamlar arkadaşlar, iyice dinlenin. Yarın sabah daha zinde gelin.’’
Sezai ölümü arzuluyordu. İyice dinlenebileceğimiz bir gece bahşetmişti bize.
Sadece Ahmet cevapladı canlı ve gür sesle. Korkmuştu. Zavallılık sinmişti üzerine.
Eve vardım, kasvet dolu. Her yer her yere yakındı. Elli beş metrekare. Buraya bir umudu sığdırmak kolay iş değildi. Elimi yıkamadan maillere koştum bilgisayar başına. Aptal mağaza indirimlerinden başka bir şey yoktu. Sigara yaktım. Uzandım. Yorgunken ve mutsuzken uyuyamazdın. Açlık da gelmiyordu aklıma. Gece ikiye kadar sigara marifetiyle soldurduğum tavanla bakıştım. Bir halta yaradığı yoktu. Altı otuzdaki mesaimi değiştirmiyordu. Kalktım, bir kahve yaptım. Yazdım, yazdıklarımı okudum. Aptalca bir şekilde hepsi güzeldi. Dosyamı gönderdiğim ruhsuzlar edebiyat aramıyorlardı. Popülizm. Hiç uyumamıştım. Alarma ihtiyaç duymadığım gecelerin biriydi. Bir kahve daha. Erkenden çıktım evden. Birkaç durak ileriye kadar yürüdüm. İyi gelmişti. Yedi otuz. Dikilmiştik yine. Sistem nöbeti.
‘’Arkadaşlar bugün dün gelen kolileri yerleştirip düzen yapacağız!’’
Sonu belli olmayan mesai demekti bu. İş ne zaman biterse. Hiç uyumamıştım ve geceye kadar çalışmam bekleniyordu. Ve başladık. Ayakkabıların üzerinde aylarca uyuyabilirdim. Bırakmazlardı. Uyumak istediğin ayakkabıya mutlaka bir müşteri çıkardı. Bir de müdür var tabi. Kameralardan izlenirsin gün boyu. Ses kaydı da cabası. Bunu kanıtlayamadık.
‘’Ahmet bey lütfen acilen müdüriyete geliniz!’’
Telaşla sağa sola yalpalıyordu Ahmet. Müdüriyete koştu hemen. Çok geçmeden dönmüştü. Tek tek vedalaşıyordu. Sıra bendeydi.
‘’Halil hakkını helal et!’’
‘’Yolun açık olsun.’’
Sıla ayağını kaydırmıştı Ahmet’in. Kadınlar bir yolunu bulur. Şef yazıyordu ona. O da onun şefliğine yazıyordu muhtemelen. Mutlu yarınlar. Umurumda değildi. Biraz uyumak istiyordum ve bu cehennemden kurtulmak. Molaya beş dakika kalmıştı. Oturdum.
‘’Halil Bey?’’
‘’Sezai.’’
‘’Daha molaya beş dakikamız var!’’
‘’İtirazım yok.’’
‘’Ama erken başlamışsınız sanırım’’
‘’Yalnızca beş dakika.’’
‘’Sanırım bunu müdür beye iletmem gerekecek!’’
Şef zam istiyordu. Sıla’yı doyurmak kolay değildi. Bu da ekstra yalakalık demekti. Çok geçmedi anons edildim.
‘’Halil Bey lütfen müdüriyete geliniz, acil!’’
Her şeyin acelesi vardı burada.
‘’Beni çağırmışsınız.’’
‘’Hakkında çok şikayet geliyor.’’
‘’Kimden?’’
‘’Şef.’’
‘’Yalakalık olsun diye.’’
‘’Laflarımızı özenle seçmeliyiz.’’
‘’Yalan söylemem ben!’’
‘’Bu şekilde devam edecekseniz yollarımızı ayırmak zorunda kalacağız!’’
Sadece bu o…u çocuğunu yazsam bile okunması gerekirdi. Herifin edebiyatla hiç ilgisi yoktu ve bu okunması için yeterliydi. Bir an düşünmeye vaktim bile olmadan sözcükler saçıldı ağzımdan etrafa.
‘’O zaman ayırdık bile.’’
‘’Tazminat alamayacağını söylemek zorundayım.’’
‘’Sorun değil.’’
‘’Muhasebeden çıkışınızı alın.’’
Çıkmıştım odasından. Çıkışı aldıktan sonra ayaklarım yere basmıyordu. Türk edebiyatının en önemli yazarlarından biri olmamın ilk kıvılcımıydı bu. Yalnızca yazacak, milyonlara ulaşacaktım. Bir kuş rahatlığında çıktım şirketten. Son basamakta yaktım sigaramı. Derin bir nefes aldım, havaya üfledim. Herkesin bana imrenerek baktığına emindim. Fahişe cesareti gelmişti üzerime, gömleğimin düğmelerini gevşettim. Sigaramı şehrin sahte havuzunda söndürdüm. Günlerce evden çıkmadım, yalnızca yazdım. Yazdım, yazdım ve yazdım. Dosyalarım dağlar kadar olmuştu. Mail kutum boştu. Günler ve geceler sigara izmaritleri, yazı taslaklarıyla kol kola geçti. Aylar sürdükten sonra nihayet bu işkenceye son verildi. Dünya edebiyatının ustalarıyla yan yanaydım, iç içeydim artık.
İl halk kütüphanesinde asgari ücretle işe başladım.
Yol artı yemek de cabası.
Sıfır mesai garantili.