Uzun zaman önce bir kitapta rastladığım bir söz, bir soru, bir felsefe tartışması var: Kaç yaşında olduğunu bilmeseydin, kaç yaşında olurdun? Satchel Paige’in düşüncesi. İlk okuduğumda kendime göre çok olgun bir çocuk olarak kendimden epeyce büyük bir yaş geçirdim aklımdan. Fakat düşünmeye devam ettim. Günlerce, aylarca düşündüm. Öyle karıştırmıştı ki beni bu söz, oraya buraya gittim geldim kafamın içinde. Sesler yükseliyor, bazıları hiç susmuyordu. Bir süre sonra fark ettim ki aklıma ne zaman gelse bu soru, öfkeleniyorum. Kendime, etrafımdaki herkese deli gibi öfkeli oluyorum. Anılar beynimin içinde dans ediyor sanki. Çoğu zaman hüzünlü bir şarkıda eşlik ediyorum anılarıma. Aslında hayır, mutsuz değildim çocukken. Öyle hissetmeyi bilmiyordum ya da. ”Her şeyi içine atma.” demişti hayali arkadaşım. Dinlemedim onu, kızdım hatta. Bir daha da gelmedi zaten. Annem de bana kızdı sonra. Kızların hayali arkadaşları olurmuş. Daha saçma şey duymadım! Erkekler futbol oynarmış. E ben sevmiyordum ki futbol. Oynadım, yıllarca. Terleyerek, o kaygan şortlardan giyerek, maç bitip okuldan odama koştuktan sonra da ağlayarak. Artık çocuk değilim. Bunun bir toplum baskısı, ne istediğini söylediğinde laf ağzına tıkılmış bir çocuk psikolojisi olduğunu görüyorum. Ne acı! Bugün otuz altı yaşımda çalıştığım şirkete giderken de futbol maçlarına giderken yaşadığım duyguların birebir aynısını yaşıyorum. Yaşamış da öğrenememişim hayatı. Biri de elimden tutmadı ki. Tutmamalı. Tutunmamalıyım birine. Hayatta kalanlar yalnız başına tutunabilenler hayata. Kendi sırtını sıvazlayıp ”Geçecek.” diyebilenler. Sağ elini sol elinin üzerine bastırıp destek olabilenler kendilerine. İşte tutunanlar böyle. Oğuz Atay’ı okudum yıllarca. Sayfalarda kendime bir yer aradım. Fakat Tutunamayanlar’a da tutunamadım. Onlar da istemedi beni. Ben en alt katmandım çünkü. Onlar en azından hakkını vererek tutunamamışlar. Bense nefret ederek, aynada kendime bakmaya tiksinerek de olsa gittim o maçlara. Başladım o işe daha başvururken gülünç geldiği halde. Şimdiyse tutunamadığını iddia eden fakat her fotoğraf karesine gülümseyerek tutunanların arasında bir sandalye ayırmaya çalışan zavallının biri oldum. Keşke 2017 yılında Yemen’de açlıktan kıvranarak ölen çocuklardan biriyle değişebilseydim ruhumu, bedenimi. O tutunurdu belki ya da tutunamazdı. En azından denerdi. Bir çocuğa hiç şans vermeden ölümle, acıyla yüklenmek nedir, adına ne denir benim aklım almıyor. O yüzden kaç yaşımda olduğumu bilmeseydim beş yaşında olmak isterdim. O çocukların yaşında. Onların arasında. Ben de hak etmezdim ölümü henüz beş yaşımdayken. Yine de isterdim ki o kısacık ömürlerinde yaşadıklarını bilerek öleyim. Bu bana otuz altı yaşımdan, benim bomboş, kupkuru, kin ve nefret dolu otuz altı yaşımdan, çok daha fazla şey öğretirdi bana.
Abonelik
2 Yorumlar
Eskiler