Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum; gözlerim yaşlardan ötürü görmemeye başlamışken nasıl bir his olduğunu asla tanımlayamadığım o mayhoş his kalbimden bedenime yayılırken… Nefes almak nasıl bu kadar zorlayıcı bir eyleme dönüşüyor, bedenim nasıl kontrolünü yitirip işlevsizleşiyor, nasıl kelimelerim akıp giderken zihnimde tek bir noktada toplanıp onun adını oluşturuyor?
Onun yanında her şey anlamsız, her şey bomboş gözükürken gözüme; nasıl kendime bu denli acı veren bu sevme işlemine delicesine bağımlıyım hala? Uyuşturucu bağımlılarından bir farkım kalmadı. Ona bağımlıyım, her bir parçamla ona bağımlıyım. Yanlış olduğunu biliyorum, olmayacağını biliyorum; ondan kurtulma kararı alıyorum ama bağımlılıktan kolayca kurtulunmuyor. Sürekli aklımda, onu düşünmesem bile onsuzluğu düşünerek sürekli aklımda. Bir tilki dolaşıyor daima etrafımda, kulağıma fısıldıyor ismini sinsice. Kokusunu bir balona doldurmuş, balonun havasını indiriyor yavaşça yanımda ya da rüzgar biraz romantik, ne kadar reddetsem de uzaklardan bana getiriyor parfümünün kokusunu. Bir koku, bir koku bu kadar acı verir mi? Bir koku insanın tüm sistemini altüst edebilir mi? Bir koku, göz yaşlarının firar etme sebebi olabilir mi? Bir koku bıçağa sahip olabilir mi? O koku, bıçağı kalbinin hemen yanına saplayabilir mi? Sekiz ay öncede kalmış bir silüet nasıl hala her ince detayına kadar kalabilir akılda? Sekiz ay önceki bir ses, bir kahkaha hala çınlar mı kulakta? Hala deşip geçer mi tüm vücudunu, hala sızlatır mı bedenini?
İmkansızlık dediğimiz şeyin soğuk hissiyatı birçok fiziksel acıdan daha çok yaralar insanı, olmayacağını bile bile sarılmayı bırakamamak ise daha çok yorar. Tüketir insanı günden güne. Olmayacağını biliyorum, imkansıza sardım ellerimi. Adeta eriyorum ve erirken anılarla yaşıyorum. Olduğundan daha çok anlam yüklediğim anıların varlığıyla yaşıyorum, kendime yalan söylüyorum devam edebilmek için. Hayatıma böyle devam ediyorum.
Keşke silebilsem her şeyi, yeniden başlatabilsem kendimi. Başka bir hayatta yeniden tanışsam keşke onunla. Kaybettiğim zamanları telafi edebilsem… Bu sefer yalanlar olmasa, keşke gerçekten tüm benliğimde yanında olabilsem onun. Keşke sarılabilsem ona ve sonsuza kadar sürse bu sarılma, zaman anlamını kaybetse tamamen. Kokusu beynimin bana bir illüzyonu olmasa, sesi zihnimde yankılanan o ruhsuz ses olmasa, kalbinin atışını hissedebilsem ve keşke onunki de benimki kadar rayından çıkmış olsa.
Veyahut silsem her şeyi, gerçekten silsem. Onunla tanıştığım, onu içeren zamanlarımı tamamen yok edebilsem; onu sevdiğimi kabul ettiğim ilk anı yok edebilsem, kabullenmesem; çünkü kabullenmek, her şeyi mahveden şeyin başlangıcıdır. Konu ne olursa olsun, kabullenmeyi reddettiğin bir şeye sonrasında yenik düşmek devamında daha büyük mağlubiyetler getirir. Ben yenildim. Sherlock Holmes bir kez daha haklı çıktı. “Duygu, kaybeden tarafta bulunan kimyasal bir kusurdur.” Ben uzun süredir kaybeden taraftayım ve kazanmanın yarattığı o güzel hissiyatı dahi unuttum. İşte bu yüzden onu sevdiğimi kabul ettiğim gün keşkemdir benim, kaybetmeye başladığım gündür. Bir daha kazanamayacakmış gibi hissetmeme sebep olan gündür. Yine de kızamadığım gündür, herkesin bu kadar derin yaşayamayacağı bir şeyi hissetmeme vesile olduğu için.
Bir şeyler yazarken hep onun okuduğunu düşünüyorum, vereceği tepkileri düşünüyorum. Bir cümleyi beğenmeyeceğini düşünürsem siliyorum, güzel bir cümle kurduğumda onu etkileyebilecek olabilmenin ihtimaliyle mutlu oluyorum. Ben bir zavallıyım. Yazdıklarımı okuma ihtimalin yiyip bitiriyor beni ve siliyorum yazdıklarımı ama bir o kadar da okumanı istiyorum. Sana olan hislerimin büyüklüğünü biraz olsun anla istiyorum. Sana duygularımı açtığım gün “Senden hoşlanıyorum.” demiştim ya, bu basit cümlenin altında yatan gerçek anlamları görebilmeni istiyorum. Altının aslında ne kadar dolu olduğunu azıcık da olsa kavra istiyorum. Beni anla istiyorum, bana değer vermeni istiyorum. Beni sev istiyorum ama maalesef ki her istediğimiz gerçekleşmiyor bu dünyada.