fbpx

Her zamanki gibi alarmın çalmasına gerek duymadığım bir cumartesi sabahının rutin işlerinden bıkmışçasına yatakta öylece duvara bakıyordum. Nefes almanın bile monotonluğun parçası olduğu bu hayatta, değerli olan bize can veren nedir ki? ”Ne zaman yaşamaya başlayacağız, ne zaman isteklerimiz dertsiz tasasız bizim olacak?” diye düşündüm. Ayrı bir yorgunluk vardı yüreğimde ve bedenimde ama kalkıp giyinmem, çocukları uyandırmam, kahvaltıyı hazırlamam ve işe gitmeden evvel onları anneme götürmem gerekiyordu. Hemen işe koyulmam lazımdı, düşüncesi bile sıradanlaşmış bu zamanları “yeni bir gün” diye adlandırmak ne kadar da zordu. Daha fazla şikayet etmeden kalktım yerimden. Mutfağa doğru ilerlerken çocukların odasını tıklattım:
-Umuuttt, Hayaall… Çocuklaar! Hadi kalkın sabah oldu.

İlerleyiş sırasında ”Kendime ayıracağım bir gün dahi yok, çocuklara da ne zamandır doğru düzgün vakit ayıramadım.” diyerek söylendim kendi kendime. Ardından radyoyu açıp günüme renk katması için frekansı ayarlama başladım. Bu günü dünden farklı kılan sadece radyoda çalan şarkılardı, gerçi onlar da iki gün sonra aynılaşmaya başlayacaktı daaa yine de şimdilik bunun önemi yoktu. Eveeet 107.3 Seda Yanık ile Özlenen Melodiler – pal nostalji.

Hadi anneciğimm kalkın artık, çabuk! diye tekrar seslenerek şarkının sesini açtım. Şansıma bakın ki bu yılgın tavrıma denk gelen şarkı Adnan Şenses – Neden Saçların Beyazlamış Arkadaş. Adnan bey tüm içtenliği ile söylüyordu şarkıyı “Yıllaardııır soruyorum bu soruyuu kendimee, Allah’ım bu dünyayaa ben niyee geldimmm?” Neyse ki şarkının sonuna denk gelmiştim yoksa hayata karşı isteksizliğime ve içten içe isyan edişime boyun eğmek zorunda kalacaktım ”Yaşamı sorgulamak sırası değil şimdi, kusura bakma Adnan abiiii.” dedim seslice. Adnan bey yerini Adnan abiye bırakınca birden içimden gelen bu samimiyet yüzümü güldürmedi değil. Kahvaltı hazır olmak üzereydi, çocuklar da üzerlerini değiştirmeye koyulmuşlardı, saate baktım 10.48, harika!

-Sıradaki şarkımız bir garip yolcuyum hayat yolunda, sözleri ile Ajda Pekkan’dan geliyor.

Tam bu sırada çocuklar geldi, radyonun sesini biraz kıstım ve masaya oturdum. Ne zaman sofraya otursam eşim gelir aklıma, onu kaybetmenin üzerinden tam yedi yıl geçti, yedi yıl tek başıma yemekleri hazırladım, çocukları tek başıma yedirdim, içirdim, yetiştirdim. Her seferinde onsuz şu masaya oturmanın acısını duyar, onun öldüğünü düşündükçe yaşamaya küserdim. Neyse ki evlatlarım vardı; tutunduğum umudum, sarıldığım hayalimdi onlar. Gözlerim dolu dolu onlara bakarken,

-Yalaaan dünyaaa her şey bomboş… diyerek beynimin bir tarafı Ajda hanıma eşlik ediyordu.

Çocuklar kahvaltılarını uykulu gözlerle yapmaya çalışırken bir yandan da cumartesi günü olmasından ve benim yine çalışacak olmamdan kaynaklı mahzun bakışlar atıp sitem dolu sözler söylemeye başladılar:

-Birbirimize yetemeden, doyamadan geçiyor günler anne farkında mısın? Babamı rüyalarımda görmem gibi seni bu evde görmek, seninle vakit geçirmek…

Umut’un sözleri yüreğime dokundu. Onlar için rüyada hasret giderilen bir ölü gibiydim, vardım ama yoktum. Onlar için onlarsız kalıyordum. Bir çocuğun en büyük ihtiyacı nedir? diye düşünürken bir anda diğer şarkıyla irkildim:

-Banaaa yalaaan söylediler, banaa yalaann söylediler, kaderden bahsetmedileeerrr…

Hemen saate baktım, kahvaltı masasında bayağı oyalanmışız (12.43). Çocukları hazırlanmaları için odalarına yolladım ben de etrafı toparlayıp hazırlanmaya başladım. Bu cumartesi 4-12 vardiyası ile çalışacaktım. Ona göre saat 14.45 civarı evden çıkmamız gerekiyordu. Hazırlanmalarımız bittiği (saat 14.30) sırada radyonun hala çaldığını fark ettim.

-Bütün dünyaa buna inansa, bir inansaaa, hayat bayram olsaaa…

Keşke, keşke bayram olsa diyerek kapadım.

-Çocuklaaar ben aşağıya iniyorum marketten almam gerekenler var, on dakika sonra aşağıda olun, gecikmeyin.

-Tamam anneee. (ikisi birlikte)

Aşağı indim evin karşısındaki markete yürüyordum, bir anda bir sarsıntıyla yere düştüm, sanki yer ayağımdan kayıyordu, durmuyordu. Deprem, depremdi bu, ”Çocuklaaar!” diye bağırıp geri koşmamla birlikte koca bina gözümün önünde yerle bir oldu. Gözlerimin önünde çocuklarımın başına yıkıldı yuvam. Enkaza doğru koşmaya çalışırken diğer binadan başıma düşen bir parça ile yere düştüm sonra bayılmışım, acıdan bayılmak nedir bilir miydim? Keşke bilmeseydim. Uyandığımda hastanedeydim, kolumda takılı serumu gördüm, iğneyi çıkardım, hemen ”Çocuklarım!” diyerek dışarı çıktım, pencerelerden görüldüğü üzere hava kararmış, depremin üzerinden 11 saat geçmişti. Bir kadın bana doğru yaklaştı.

-Sevinç hanım sakin olun çocuklarınız yaşıyorlar, Umut Güngören ve Hayal Güngören. Siz bayıldıktan sonra hastaneye getirildiniz, bu sırada görevli arkadaşlarımız enkaz bölgesinde evlatlarınıza ulaştılar…

Diğer hiçbir kelimeyi hatırlamıyorum hemen çocuklarımın olduğu yere götürülmek istedim, müşahede altındalardı, o güzel yüzlerinde tozlar, kollarında çizikler vardı. Sarılmak istedim, izin vermediler, ağlamaktan göz pınarlarım kurumuştu. Odama götürmek istediler fakat istemedim, sadece onlara bakmak istiyordum, gözümü bir an olsun bile ayırmak istemiyordum çocuklarımdan. Bütün sabah, rutine binmiş hayatım için söylenirken şimdi onun için ömrümün geri kalanını feda edebilirdim. Bulunduğum hayatın, yaşamanın, nefes almanın ne demek olduğunu ne anlama geldiğini şimdi daha iyi anlamıştım. Yan tarafta kapısı açık bir odadan televizyondaki haberlerin sesini duyuyordum. Kapının kenarından televizyona baktım; yıkılan evler, harap olmuş aileler, onlarca insanın hayatına mal olmuş bir deprem ve spikerden gelen ses:

-Burada şimdi bir sessizlik oldu, bir umut bekleyişi var.

AFAD görevlisi:

-Sesimi duyaan var mıııı?

+Ses geliyor ses!

Gelecek küçük bir sesin umuduna, o umudun hayaline tutunmuş milyonlar gibi ben de umudum ve hayalime tutunmuştum.

Kafamı çevirirken kolumdaki saatin 14.52’de durduğunu gördüm, deprem anında kırılmıştı. Zaman sanki oraya sabitlenmiş, durmuştu, birileri için…

-Yaşanan depremin mucizesi Elif bebek hayata kahramanının serçe parmağına tutunarak döndü!

O gün televizyonda duyduğum son cümle buydu. Çocukların yanına gittim tekrardan, telefonumu getirdiler, radyoyu açtım, gözlerimden sadece yaş akmıyor; huzurum, evim, şikayet ettiğim ne kadar şey varsa onlar akıyordu.

107.3 pal nostalji

-sıradaki şarkımız Cem Karaca’dan “Doğarken ağladı insan, bu son olsun bu son…”

Havva Oğuz içeriklerini beğendin mi? Sosyal medyada takip edin!
Abonelik
Bildir
guest
4 Yorumlar
Eskiler
Yeniler En çok oylananlar
Satır içi yorumlar
Tüm yorumları görüntüleyin
Havva Oğuz içeriklerini beğendin mi? Sosyal medyada takip edin!

Okuyucuların Beğendiği İçerikler

Birçok kişinin ‘’zor ama maaşı iyi, garanti meslek gibi’’ düşünceleriyle ün kazanmış bir bölüm olan tıp fakültesini size en ince detaylarıyla aktaracağım. Öncelikle fakülteye gelmeden önce kendinizi ilk gün yapılacak çaylak şakasına ve ileri zamanlarda daha siz TUS isimli bölüm seçmenize yarayan sınava girmeden ‘’Sen ne doktorusun? ‘’ veya diş hekimliği ayrı bir bölüm olmasına […]
Yaşanan herhangi bir gün hiç yaşanmasaydı, her şey daha farklı olur muydu? Misal dün hiç yaşanmasaydı veyahut bundan yıllar önce bir gün hiç yaşanmasaydı yine aynı mıydı hayatınız? Kadere inanmak subjektif bir bakış açısı olarak görünebilir ancak hayatın akışı olarak farklı bir yerden durumu ele alabiliriz. Bütün malzemeleri özene bezene kesip, doğrayıp harika bir yemek […]
Herkesin ölmeden görmek isteyeceği bir yer vardır. Yoksa da henüz keşfetmemiştir… Benim için burası Norveç. “Soğuk Cennet” veyahut “Kuzeyin İncisi” denilen bu ülkenin lanse ettiği imajı bir görseniz aşık olmamak elde değil. O yüzden henüz kendi ülkenizi keşfetmediyseniz ileride belki yol arkadaşım olabilirsiniz! Norveç ”Soğuk Cennet” Ülkenin yönetim biçimi anayasal monarşi ve başkenti Oslo‘dur. 385,207 […]
Her kitap ayrı güzel, dünyasına girdikten sonra… Ama bazı başyapıtlar vardır, gerçekten okumak zevk verir. Okudukça içine düşer, yeni bir dünyanın kahramanı olursunuz. Herkes için değişebilecek bir liste… Daha iyisi varsa da ben okuduğum kadarını biliyorum ve bunlar şu an en iyisi! Daha birçok türde konuşulacak kitaplar olsa da üç ayrı türde üç başyapıt derledim, […]

İlgini Çekebilir

Çoğumuzun, adını belki de hiç duymadığı fakat yaşamımızda denk gelebileceğimiz, farkında ve bilinçli olduğumuz takdirde erken tanı ve tedavi seçeneklerini düzenleyebileceğimiz, benim ise özel eğitim alanında tanıştığım bir sendromdan bahsetmek istiyorum sizlere: DiGeorge Sendromu. DiGeorge Sendromu (DGS) 22. kromozomun (22q11) delesyonu (kromozomun bağlı bulunduğu parçadan kopup silinmesi, yok olması) ya da translokasyonu (kopan veya kaybolan […]
“Sisyphus’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken: yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı ve de kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye doğru, işte kaya tepeye vardı varacak, işte tamam, ama tepeye varmasına bir parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya, o da yeniden itiyordu kayayı, […]
Bugün 10 Mart 2022. Gülistansız 796. gün “Ne durumdayım biliyor musunuz? Ölüm Allah’ın emri, ölüm dünyada var. Gençlerin ölümü zor ama biz her gün yeniden ölüyoruz. Her gün… Toprağa bile basmaya kıyamıyorum, acaba kızım içinde olabilir mi diye. “ 21 yaşında, Tunceli’de bir üniversite öğrencisiydi Gülistan Doku. 5 Ocak 2020 tarihinden bu yana haber alınamıyor. […]
Bir girişim fikriniz var ve bu alanda bir marka oluşturmak istiyorsunuz ya da henüz küçük bir işletmesiniz ve işletmenizi büyütüp kârınıza kâr katmak istiyorsunuz. İşte bu yolda atmanız gereken ilk adım markalaşmak olmalıdır. Peki marka nedir?                Marka yalnızca kalabalık bir pazarda sizi diğerlerinden ayıran isim, logo ve slogandan ibaret değildir. Markanız insanların sizinle etkileşimde […]