Doğum gününde pastanın üstündeki mum üflenerek söndürülmeden önce dilek dilenir, gelenektir. Küçüklüğümden beri böyle bir şeyi yapmanın diğer birçok örf, âdet ve gelenek gibi saçmalık olduğunu düşünürdüm. Hâlâ da öyle düşünüyorum aslında, sonraki doğum günümde mumları söndürürken kafamda yine aynı düşünceler olacak. Sonuçta basit bir mumu söndürünce dileklerin gerçek olmasını düşünmek pek de rasyonel değil. Ama “Doğum Günü Kızı” hikâyesinde Haruki Murakami dilek dileme eylemine güzel ve yeni bir bakış açısı getirmiş. Bu hikâye bana şunu düşündürdü: Eğer biri gelip benim dileyeceğim bir şeyin kesinlikle gerçekleşeceğini söyleseydi ne dilerdim?
Doğum günlerinde genelde bireyin kendisini doğrudan ilgilendiren şeyler dilense de televizyondaki yeni yıl kutlama programlarındaki dilekleri dileyenler ya da bir spor organizasyonunu kazananlar genelde aynı dilekte birleşir: dünya barışı. Artık klişe sayılır ama bu dilekte bulunanların da haksız olduğunu söyleyemeyiz çünkü binlerce yıllık dünya tarihinde tam olarak barışın sağlandığı bir zaman dilimi yok. Özellikle bir Orta Doğu ülkesindeyseniz zaten “barış” yaşadığınız ülkede sağlansa da fazla uzun sürmez, bir salgın hastalık gibi yanınızdaki ülkelerden yeniden hastalığı kaparsınız. Ama adınız Greta Thunberg değilse ya da savaşın içinde kalan kişi bizzat siz değilseniz bence barış konusunda o kadar da istekli olmazsınız, bombalar sizin kafanıza yağmıyordur sonuçta. Belki çok acımasız bir bakış açısı ama bana gerçekler böyleymiş gibi geliyor, ben de dahil olmak üzere çoğu kişi kendi hayatında değiştirebileceği ve yaşam kalitesini yükseltebilecek birçok şey varken başkasının hayatını değiştirmeyi düşünmez. Tüm dünyada barış ve kardeşlik dilekleri de canlı yayında normal olarak sadece kendini düşünüyormuş gibi görünmek istemeyen sahte gülüşlü sunucular ve misafirlerine kalır.
Bir diğer klişe dilek de zenginliktir. Öyle ya, çok parayla zaten istediğinizi yapabilirsiniz. Büyük ve lüks bir ev, son model bir araba, iyi bir ülke vatandaşlığını alma şansı… Birçok seçenek var. Kendimi “hedonist” olarak tanımlayan biri olarak yaşamımı istediğim gibi geçirmek için paraya ihtiyacım olduğu bir gerçek. Çünkü hayatımda yapmak istediğim şeylerin içinde para gerektirmeyen tek bir şey bile yok. Bu yüzden istediğim dileğin kesinlikle gerçekleşeceğini varsayarak gayet mantıklı bir dilek olduğunu düşündüm ilk başta. Ama biraz düşününce paranın gerçekten de mutluluk için kapıyı hep açan bir anahtar olmadığını fark ettim. Eğer para gerçekten her şeyin çözümü olsaydı şu anda arka planda çalan şarkıda sesini duyuyor olduğum Kurt Cobain 28 yıl önce o güzel evinde intihar etmezdi. Daha çok parayla gelen sorun ve sorumluluklar da ayrı bir sorun. Bu yüzden zenginlik yerine yeterli miktarda bir para ya da maaş dileği dilemek daha mantıklı olurdu.
“Sen de hiçbir şeyi beğenmiyorsun, dile bir şeyler artık!” diyor olabilirsiniz, şaşırmam. Çok da haksız sayılmazsınız hani. Ama zaten bu yazıya başlarken aklımda bir dilek canlanmamıştı, yazarken aklıma bir tane gelir diye düşünmüştüm. Geldi de, üsttekiler gibi klişe olan birçok fikir düşündüm. Bir şeyin klişe olması onu kötü yapmaz elbette ama bu fikirlerden hepsinde bir yamukluk buldum. Sonra hikâyenin de aslında aynı şekilde bittiğinin farkına vardım. Dileği dileyen kişi, yani doğum günü kızı, karşısındakine aynı durumda o olsa ne dileyeceğini soruyor ve karşısındakinin aklına bir dilek gelmiyor. Bunun sonucunda doğum günü kızı hikâyenin imza sayılabilecek cümlesini kuruyor: “Çünkü zaten dilemişsin”. Belki ben de zaten istediğim şeye sahibimdir ama sadece farkında değilimdir. Bu durum da hayattan tam olarak ne istediğimi anlayınca netlik kazanacaktır diye düşünüyorum. Kim bilir, belki kitaptaki kızın yirminci yaş gününde yaşadığı olaylara benzer şekilde ben de bir sene sonra kutlayacağım yirminci yaş günümde kafamdaki bazı sorulara cevap bulurum.
Bu kadar beyin fırtınasından sonra bir dilek bulamamak biraz can sıkıyor ama Haruki Murakami’nin bu kısa hikâyesi bence can sıkıntısına derman olabilecek bir eser. İnanıyorum ki kendi sorularıma cevap verebilirsem hikâyenin bende uyandırdığı anlam daha da büyüyecek.