Anne ve babalarımızın, büyüklerimizin en güzel zamanlarında -gençken- gidip gördükleri, aşklarını yaşadıkları bir yerden bahsetmek istiyorum. Adalar… Adalar çünkü ben oraya on sekiz aydır gidip geliyorum. Yani adalar ile çok içli dışlıyım. Sebebi ise sürekli olarak oralarda bir şeyler yapmak için çaba göstermemden kaynaklı. Bu yüzden herkes beni Büyükadalı zannediyor. Büyükadalı değilim hatta adalı değilim. Fakat, içimden bir ses diyor ki; sen orayı yazıyla, kışıyla, baharıyla gördün ve tanıdın. Sen oralısın artık, evin olmasa bile! Büyükada veya diğer adalarda bir evim olmasa da adalarda yaşayan biri gibi oldum artık.
Bir sevdadır adalar benim için. Benim orada daha yapacak çok işim, gezecek çok sokağım var. Hatta gezerken adaların yerlileri ile konuştuğumda da onlardan o samimi havayı aldım. Yerlilerin bana o samimi havayı yaşattıklarından dolayı adaları daha bir başka sevdim.
Bilirsiniz, her yerin olduğu gibi adaların da o güzelim dokusu bozulmak üzere, hatta bozuluyor. Evet her şey böyle. Günümüzde aşkların, sevgilerin, samimiyet dolu yaşantının bozulduğu ve samimiyetsiz, bencil bireylerin oluşturulduğu gibi… Ha! Oralarda hâlâ güzel kalan bir şeyler var mı derseniz. Var! Yakılıp yıkılmadan kalan güzelim doğası, kalan birkaç tarihi yapı. Bir de yetimhane var. Bizlere döndürüleceği ve belki faal olarak eğitimde hizmet veremese de bize adanın geçmişini anlatacağı günü beklemektedir. Atlar deseniz artık o hepimizin bindiği faytonların dizginlerinden kurtarılarak özgürlüklerini kazandılar. Çevrede diledikleri gibi dolaşıyorlar. Ben anne babalarımızın yaşadığı o dönemlerde oraları görmek ve yaşamak isteyenlerden biriyim. Daha fazla adaların yapısının bozulmasını istemiyorum açıkçası… Oraları istemsizce seviyorum… Adaların eski hâllerindeki güzelliklerini şimdiki hâlleriyle kıyaslayamayacağımız kesin olacak şey. Çünkü, eskiler doğaya şimdilerde olduğu gibi zarar vermezlerdi! Ayrıca iletişim de giderek düşmekte o zamanlara kıyasla…
Neyse, sözün özüne gelecek olursak. İmkânı olan gezmeli derim bu güzelliği. Hani derler ya: “İmkânı olan sevsin.”. Öyle bir şey bu da işte…