Edebiyatla az çok haşır neşir olan herkes bilir Ahmet Haşim’in hayatını özetleyen bu meşhur cümlenin orijinalini: “Ömrüm benim bir ateşti.” Ben de bundan yola çıkarak düşününce acaba benim ömrüm neydi diye? Kendime yakıştırdığım bu oldu, TELAŞ! Evet, benim ömrüm de bir telaştan ibaretti.
Ömür sayacında kilometre almaya başladığım andan itibaren “KOŞ!” diye bağırdı bir ses canhıraş bir şekilde. Kimdi o sesin sahibi bilmiyorum. Aklım mıydı? Kalbim miydi? Ailem miydi? Yoksa aklımızı, kalbimizi ve yaşamlarımızı şekillendiren toplum muydu “KOŞ!” diye bağıran. Zaten sesin nereden geldiğini sorgulamadan koşmaya başladım. “KOŞ!” diye emir verilmişti ve ben de sağa sola bakmaksızın var gücümle koşmaktaydım. Yürümeyi öğrendiğim anda başlamıştı benim telaşım. Ben yaşamayı bir telaş, yaş almayı koşmak zannediyordum. Duranlara, dinlenenlere anlam veremiyordum. Koşarak nereye varmayı hedefliyordum meçhuldü çünkü mühim olan koşmaktı, yol elbet bir yere varacaktı. Durursam, bir ağaç altında dinlenirsem, yolda birine rastlar da lafa dalarsam yolumdan alıkonur, hedefe varamam diye telaşlarıma tedbirler, temkinler, korkular ekliyordum. Oysa yol hiçbir yere gitmiyordu ben sadece kendimi yoruyordum. Ve anladım ki gidilen mesafeler kişiden kişiye değişiyordu. Mesela ben var gücümle koşuyordum ancak herhangi bir hedefe varamıyordum ama bazıları hedefinin başından bir adım dahi uzağa düşmemiş oluyorlardı. Dünya, adaletsiz bir imtihan olmasıyla müsemmaydı.
Şimdilerde uzunca zamandır durmaktayım çünkü anladım artık; bu telaş, bu koşu beni bir mutluluğa ulaştırmayacak. Duruyorum ve bakıyorum etrafıma, geldiğim yolu kestirmeye çalışıyorum şimdilerde ama geldiğim yer hiç de iç acıcı değil. Bir parça huzur var elbet ama o koşuya, o hiçbir yere bakmaksızın cansiparane koşuya bedel bir yerde değilim. Mühim olan yolda koşarken gördüklerinmiş aslında, yola değil de yolda olanlara dikkatle bakmakmış. Herkesin doğru dediği yolda olmak değilmiş doğru olan, belki de yapılması gereken tali bir yola sapmaktı. Doğru olmaya, doğru yolda koşmaya devam etmek insanı hiçbir yere götürmemekte bu adaletsiz diyarda. Doğru yoldan ayrılıp kendine özgü bir yol bulmalıymış insan kendine. Hata yapma lüksüne sahip olmalı insan. Şimdi daha iyi anlıyorum ki hata yapmaktan korkmamalıymış, insanın yanlış yapmaya cesareti olmalıymış. İnsan, bir insana ve bir hayata ancak hata yapabilme ve kırılabilme cesaretini gösterdiğinde dokunabilirmiş.
Biz hayatları Araf’ta kalanlarız. Çünkü benim gibi yürümeyle beraber koşmaya başlayanlara ve hata yapmamayı destur edinenlere hayatlarını kurtarmaları öğütlenmiştir. Fırsatların kucağında doğanlara hayatlarını yaşamaları salık verilirken bizim gibilereyse hayatını kurtarmanın yolları ezberletilmiştir. Hayat başkaları için yaşanılası bir mefhum iken bizim gibi koşmaktan tabanları aşınanlar içinse kurtarılması gereken bir kavram olmuştur. Ve biz Araf’ta kalanlarsa ne bir hayatı kurtarıp düze çıkarabilmişizdir ne de bir hayat yaşamaya cesaret edebilmişizdir. Hayat bizim gibiler için yabansı, uzaktan izlenilen bir hayal olarak kaldı.
Daima koşmaktayken hata yapmaktan o kadar çok korkuyordum, doğru yoldan sapmamaya o kadar çok gayret ediyordum ki hata yapmayı denemedim bile… Bu da benim en büyük hatam oldu. “Yarayla alay eder yaralanmamış olan.” diyor ya Romeo meşhur eserde işte ben bundan öylesine korktum ki “Yaram var.” diyemedim kimseye, yaralanmış olanlara bile… “Aman” dileyemedim kimseden. Başka bir hayata, başka bir insana değmeden teğet geçti ömrüm. Oysaki şimdi yeni ayrımına varıyorum. Bu enkazlar diyarında hazinelere malik bir viraneydim aslında ama çöplerin bile eşelendiği bu anlamsızlıklar yüklü dünyada kimse bu viranenin altında ne var diye merak dahi etmedi.
Bir ömür telaşlarda böyle zayi oldu belki de. Mutlu olmayı beceremeyenlerdenim, bir ömrü üzülerek heba ettim ve ediyorum da. Ama şimdi beni alıp yolun en başına yeniden koysalar şimdi bile ne yöne giderim bilmiyorum ama artık koşmayacağım kesin.
Benim telaşlarda yıpranmış ömrüm ve vasat fikirlerim biliyorum her zamanki gibi elbette kimselerin umurunda değil. Bu yazı da şu anda kimselere ulaşmayacak ve dokunmayacak. Belki de hiç okunmaz bile… Zaten bu da benim son (okunmayan) yazım olacak… Bu yüzden veda yazımda son olarak söylemek istediğim şunlar: Burada, bu platformda olan genç kardeşlerimizin birçoğu telaşlarıyla yeni tanışıyorlar ve koşmaya da sanırım yeni yeni başladılar. Niyetim onlara nasihatler düzmek değil, hem nasihat kimde işe yaradı ki onlarda yarasın. Herkes kendi telaşlarında veyahut neyde harcamak istiyorsa orada bir ömrü harcayacak ve içlerinden birçoğu benim bugün düştüğüm gibi yorgun ve daha kötüsü yılgın düşecekler ve kendilerini benim gibi Araf’ta bulacaklar. O gün bu yazı hâlâ durur olur mu veya anımsanır mı bilmiyorum. Buradan işte sadece onlar için tek söylemek istediğim Araf’a hoş geldiniz. Yılların telaşlarda bu kadar çabuk geçtiğini sonradan anlayan yeni dostlar için bugünden geleceğe selam olsun! Hoşça kalın…