NBA’de yeni sezonun neredeyse ilk bir aylık bölümü sona erdi. Kimi takımlar beklentilerin üzerine çıkıp herkesi şaşırtırken kimileri ise daha şimdiden büyük hayal kırıklıkları yarattı. Bu yazımda hem sezonun bu noktasına kadar neler gördüğümüzü hem de genel olarak bu sezon neler beklememiz gerektiğinden bahsedeceğim. Öncelikle şunu belirtmekte fayda var ki daha sezonun çok başındayız, bazı iyi performanslar gelecek adına yanıltıcı olabileceği gibi bazı kötü başlayan takımların da sezonun ilerleyen bölümlerinde vites arttırarak, takım içi harmoniyi ve düzeni yakalayarak daha iyi bir noktada olacağını unutmamak gerekiyor. Bu kötü başlayan takımlar arasında en dikkat çeken ekip son şampiyon Golden State Warriors. An itibarıyla 5 galibiyet 8 mağlubiyetlik derecesi bulunan Warriors aslında sezon öncesinde oldukça çalkantılı bir süreç yaşadı. Görüntüleri sızan olaylı Draymond Green- Jordan Poole kavgasının takım içi dengeleri en azından bir nebze olsun bozduğu ortada ve Curry’nin her zamanki muhteşem performanslarına rağmen yine de takım maç kazanmakta oldukça zorlanıyor. Yine de bu kötü formun geçici olacağını tahmin etmek güç değil. Aksine, Brooklyn Nets ve Los Angeles Lakers için ise aynı şeyleri söylemek pek mümkün değil. Kötü başlangıçtan sonra biraz da Kevin Durant’in bilinen memnuniyetsizliği üzerine koç Steve Nash’le yollarını ayıran Nets, felaket bir kadro derinliğine sahip. Takımın iki süperstarı Irving ve Durant dışında istikrarlı olarak katkı verebilecek neredeyse hiç oyuncuları yok. Hâlihazırda Ben Simmons’ın yaşadığı problemler de ortadayken bu takımın şampiyonluk adayı olması bir kenara playoff’larda ikinci turu görmesi bile çok zor bir ihtimal. Burada belirtmek istediğim asıl nokta ise, üç senelik süreç içerisinde yaptıkları süperyıldız takaslarının aslında ne kadar da başarısız olduğu. Nets’in geçen sezon olduğu gibi yedincilik ve sekizincilik arasında gidip geleceğini ve play-in oynamak zorunda kalacağını düşünüyorum. Lakers ise zaten geçen sezonu play-off potasının dışında tamamlayarak bir fiyaskoya imza atmıştı. 2020 yılında şampiyon olmasına rağmen ilerleyen iki sezonda yapılan saçma kadro mühendisliği takımı bu hâle getirdi. Takımda Anthony Davis ve LeBron James gibi isimler olmasına rağmen, Davis’in sürekli olarak sakatlanması ve bununla birlikte üçlük yüzdesindeki dramatik düşüş Lakers’a eksi yazan önemli faktörlerden biri. LeBron genel olarak kendi standartlarındaki performansını sürdürse bile ligde 20. sezonunu geçiren bir isimden her maç 35 sayı atarak kazandırmasını bekleyemezsin. Zaten James’in artık bundan sonra başarabileceği en büyük hedefler NBA tarihinin normal sezonda en çok sayı atan oyuncusu rekorunu eline geçirmesi ve 2024 yılında drafta girmesi beklenen oğluyla aynı sezon içerisinde ligde oynayıp çok nadir olan bir başarıya imza atması olacaktır. Ek olarak, 37 yaşındaki birine göre hâlâ kendine inanılmaz bakıyor ve atletizminden hiçbir şey kaybetmiyor olması da onun ne kadar eşsiz bir ikon olduğunu da kanıtlıyor. Westbrook’un dalga konusu olduğu ve rol oyuncularının yetersiz olduğu bir ortamda Lakers’ın yine play-off dışında kalması oldukça olası gözüküyor, en fazla 9. sırayı zorlayabilirler diye düşünüyorum ve sonuçta LeBron ve Davis ile geçen 4 sezonda bir şampiyonluk kazanılmış olsa bile diğer sezonlarda bu kadar kötü bir performans ortaya koyulması takım sahibi Jeannie Buss adına oldukça düşündürücü. Sezonun ilk bir ayına damga vuran takım ise Utah Jazz oldu. Yaz döneminde iki yıldızını artık göndermek zorunda kalan ve tamamen drafta yatması beklenen bir takıma göre harika bir iş çıkarıyorlar. Birkaç gün önceye kadar Batı Konferansı’nda zirvedeydiler ve genelde zor maçları bile kazandılar. Aslında dikkatli basketbolseverler sezon başında Utah’ın çekişmeci bir kadrosu olduğunun farkındaydı. Yine de gelecek seneki draftta potansiyel büyük yıldızların olduğunu da düşünürsek, kurallar bunu engellemeye yönelik değişmesine rağmen NBA’de çok yapılan “tanking” yani yarışmacı kimlikten bilinçli olarak uzak durup kadrosunu buna göre yönetimsel hamleler yapan takımlardan biri olarak lanse ediliyordu Utah. Ancak, son üç sezondaki üçüncü farklı takımında oynayan ve ligdeki kimliğini bir türlü bulamamış olan Lauri Markkanen’in olağanüstü performansıyla birlikte Utah beklentileri en azından şimdiden fazlasıyla aştı. Lauri’yi şubat ayında All-Star kadrosunda görürseniz kimse şaşırmasın. Ayrıca, veteran oyun kurucu Mike Conley’nin bu kadroya yaptığı liderlikle birlikte artık ligdeki miadını doldurmuş olarak gözüken Kelly Olynk’in iyi performansı, sonunda maçlara ilk beşte başlayabilen ve dolayısıyla daha fazla sorumluluk alma fırsatını iyi kullanan, iki sezon öncesinin en iyi 6. oyuncusu seçilen ve son yıllardaki istikrarlı skorerliğiyle dikkatleri üzerine çeken Jordan Clarkson. Gobert takasında gelen ve iyi bir rekabetçi olan Jarred Vanderbilt, bench’ten gelen iki iyi skorer Malik Beasley ve Colin Sexton hatta Talen Horton Tucker gibi faktörlerle Utah Jazz izlemesi oldukça keyifli bir takım. Muhtemelen sezonun ilerleyen bölümlerinde çok daha güçlü takımların konferansta üst sıralara yükselmesiyle birlikte biraz daha alt sıralara doğru düşerler ama play-off potasında yer almaları hiç de az bir ihtimal değil ve bu muazzam bir başarı olur. Utah Jazz değerlendirmesi yapmışken takasta gönderdikleri iki oyuncuya ve takımlarına da değinmek isterim. Donavan Mitchell’lı Cleveland Cavaliers da ligin en çok keyif veren takımlarından biri. Hâlihazırda geçen sezon beklentileri aşan o başarılı çekirdeğe bir de Donavan Mitchell gibi bir süper skorer ve lider eklenince takım uçuşa geçti. Doğu’yu ilk dört sırada bitirmeleri ve play-off’da üst sıralara ilerlemeleri oldukça muhtemel gibi. Zaten Mitchell muhtemelen nereye giderse gitsin benzer bir etki yapacaktı, ne kadar muhteşem bir oyuncu olduğundan önceki yazılarımda bahsetmiştim. Darius Garland, Mitchell, Caris LeVert, Evan Mobley ve Jarrett Allen gibi harika bir ilk beşe sahip olan Cleveland bu sezon taraftarlarını oldukça mutlu edecek gibi gözüküyor. Rudy Gobert’in gittiği Minnesota ise beklentilerin biraz altında kalmış gibi gözükse de ben bu takasın onlar için pek iyi olmayacağını belirtmiştim. Takımda bir kimya, kazanma isteği ve rol sorunu var ve bu durum artık tutkulu Minnesota seyircisinin sabrını da taşırdı. Geçen sezon play-off yapan takım, riskli bir takasla iyi rol oyuncularını gönderip ligin en kötü yıldızı Gobert’e yatırım yapınca ve ilk 13 maçın yarısından fazlasını kaybedince haklı olarak Target Center’da yuhalanmaya başladı. Muhtemelen yine play-off yaparlar ama uzun vadede beklenen hedefe ulaşamayacaklar gibi. Tüm bunların dışında diğer takımlar genel olarak beklenti dahilinde ve standart oyunlarıyla devam ediyor. Son olarak iyi ve izlemeye değer takımların bir listesini yapmak gerekirse, Doğu’da Bucks, Celtics, Cavs, Sixers, Hawks, Heat, Bulls ve biraz da Knicks gibi takımları söyleyebilirim. Batı’da ise Spurs, Rockets ve Thunder hariç hepsi bir noktaya kadar yarışmacı kalabilir ve izlemeye değer diye düşünüyorum. Tüm okuyucularıma teşekkür ediyorum, sağlıklı mutlu kalın.
Abonelik
0 Yorumlar