Beklemek ne zor şey. Onlarca düşüncenin istilası; zamansız istilalar…
Hayata karışabilmek zor değil. Bir yerinden yakalıyorsun hayatı, bir yerine karışıyorsun. Fakat bekleyen yanın hep aynı yerde. Zaman işlemiyor beklerken. Belki de duruyordur zaman. Hiç ”Öyle şey olur mu?” deme. Bal gibi de olur. Beklerken geçen bir saat aylar gibi geliyor insana. Bir gün, yıllar gibi… Hayatın en çok karıştığın, karışabildiğin noktası yaralıyor seni. Bir yanın seninle değil çünkü. Bir yanın kalmış orada, orası neresiyse artık, öylece bekliyor. Eksiksin. Beklediğin kadar eksiksin, bekledikçe eksiliyorsun. Parça parça eksiliyorsun. Ama tastamam olmak mümkün.
İçinde durmadan konuşan biri var değil mi? Zamansız istilalar… Kendi kafanın içinde sana saldıran biri var. Belki de birileri… Bazen seni gece uykundan uyandırıyor, öncesinde uyumana izin verdiyse. Susmuyor. Seni, cevabını bilmediğin onca sorunun içine atıyor kendi içinden bir ses. Halihazırda bulunduğun belirsizlik adlı cehennem yeterli değilmiş gibi bir de sorular cehenneminde yanmaya başlıyorsun. Sahi, kaç cehennemde yanacaksın daha? Bu cehennemlerin cenneti yok mu? Bilmiyorsun değil mi? Tek bildiğin yanıyor olduğun. Bekledikçe yanıyorsun. Parça parça eksildiğin yetmezmiş gibi sana kalan yerlerin de yandığını görüyorsun. Korkma, bu yangın öldürmez. Üstelik daha yanacak çok yerin var. Yanacaksın elbette. Yandıkça soğuyacaksın.
Her şeyle bir şekilde başa çıkacaksın da bekleyen yanının sorduğu o sorularla başa çıkamayacaksın. Taptaze inançların, umutların dalından koparılmış bir çiçek gibi solduğunu göreceksin. “Sabah erken kalkmam gerek.” isimli birçok gecede kendini balkonda bulacaksın. Yattığın o yatak seni istemeyecek çünkü. Bildiğin çoğu yer gibi o yatak da kabul etmeyecek seni. En çok da kendi evinin bile hiçbir köşesi tarafından kabul görmediğinde atacaksın kendini balkona. Yüksek binalar ayı görmene engel değilse şanslısın. Çünkü ay böyle gecelerde tek arkadaşın olacak senin.
Bağırmak isteyeceksin. Şu avazım bir çıksa da kurtulsam deyip deyip susacaksın. Avazın içinde kalıyor sanacaksın. Yanılıyorsun. Senin avazın çıkalı çok oldu. İçinde durmadan konuşan biri vardı ya hani, zamanla susturacak o seni.
Beklemek gün geçtikçe daha kolay olmayacak. Alışacaksın yanmaya. Yandıkça soğumaya… Küllerinin bile tekrar tekrar yanmasına… Yangın, artık senin bir parçan olacak. Kafanı kaldırıp gökyüzüne bakacaksın. Derin bir nefes verirken geceye doğru, sorduğun soruyu tahmin etmek zor değil: “Ne zaman bitecek bu yangın?”
Beklemek ne zor şey değil mi? Vazgeçemiyorsun. Korkuyorsun çünkü. Vazgeçmek sert bir adım. Vazgeçince geriye dönemezsin. İşte tam da bundan korkuyorsun: Geriye dönememek. Çok söyleyeceksin artık beklemediğini ama oradan, orası neresiyse artık, bir parçanı kurtaramayacaksın.
Günler yıllar gibi geçerken geçen yılların nasıl geçtiğine inanmak çok zor olacak. En çok sen şaşıracaksın geçen günlere. İlk zamanlar günleri sayıyordun ya, zamanla bırakacaksın saymayı. Sana da sayılı gün çabuk geçer dediler değil mi? Saydıkça çabuk geçer sanacaksın. Ama sen kaç gün sayacağını bilmiyorsun ki. Farkında mısın, bilmediğin ne çok şey var. Kaç gün geçecek, nereye kadar bekleyeceksin, beklemek ne zamana kadar anlamlı olacak, beklediğine değecek mi, bu yangın ne zaman bitecek, bu yangın bitecek mi…
Beklemek çok zor şey. Sayısız soru boğazına bıçak dayarken nefes almak kadar zor. Bir yangının ortasında nefes almak kadar zor. Bu yangını söndürmek de çok zor. Ama sakın unutma; yedi cehennem varsa sekiz cennet var.