Bildiğimiz üzere NBA’de bir takımın düzenli olarak başarılı olması veya senelerce başarısız olması pek rastlanan bir durum değildir. Zayıf takımların genelde draftta ön sırada yer almaları, oyuncu takasları sırasında verilenler ve serbest oyuncu dönemindeki tercihler ligdeki güç dinamiklerini çok radikal ve keskin bir şekilde değiştirebilmektedir. Bu sistem belki de Amerikan sporlarını bu kadar cazip ve takip edilesi kılan ana faktörlerin başında geliyor. İstikrarın olumlu tarafına baktığımızda ise karşımıza San Antonio Spurs’ün 90’ların sonundan 2010’lu yılların sonuna kadar kurduğu hanedanlık, Golden State Warriors’ın son 10 senedeki performansı ve elbette Boston Celtics ve Los Angeles Lakers gibi takımlar karşımıza çıkıyor. Güç dengelerinin olumlu ve olumsuz anlamda bu kadar kolay değişebildiği bu organizasyonda, tarihlerinin belli dönemlerinde istikrarlı olarak bu başarıyı yakaladıkları için saydığım franchise’ları tebrik etmek gerekiyor. Bu listeye Chicago Bulls’u eklemedim çünkü Michael Jordan-Scottie Pippen ve biraz da Derrick Rose sezonları dışında elde tutulur bir başarılarının olmamasından ötürü. Böylesine popüler ve önemli bir şehrin takımı olan Chicago Bulls’un bile istikrarlı olarak başarı sağlayamadığını görüyoruz. Tam bu noktada yazımın odak noktasındaki takımı belirtmek istiyorum, New York Knicks. Basketbolla uzaktan yakından alakası olan herkesin biraz da olsa Knicks’e sempatisi vardır. Gerek sitcom tarzı dizilerde (özellikle de Friends) gerek maçlarını basketbolun en önemli arenası olan görkemli ve muhteşem Madison Square Garden’da oynamasından dolayı hem de New York gibi her türlü sektörün merkez noktası olan bir şehirde konumlanmasından ötürü Knicks, aslında istikrarlı olarak başarılı olmasını beklediğimiz franchise’lardan biri olarak gözükebilir. Nitekim bu durum özellikle de 21. yüzyılda dramatik ve acınası bir hâl aldı. New York Knicks’in tarihinden kısaca bahsetmek gerekirse, 1970’lerde belki de tarihinin en iyi dönemini geçiren Knicks, Walt Frazier önderliğinde Earl Monroe, Bill Bradley, Dave DeBuscherre ve yıldız oyuncu Willis Reed ile harika bir başarı hikâyesi yazmıştı. Nitekim Knicks, tarihindeki iki şampiyonluğu da o dönemde yani 1970 ve 1973 yıllarında kazanmıştı. 80’li yıllarda ise efsane Bernard King ile güzel sezonlar geçiren ve Patrick Ewing’i draft eden NY Knicks yine başarılı sayılabilecek ama şampiyon olamadıkları bir on yıl geçirmişi. 90’lı yıllarda ise Lakers’tan ayrılan büyük efsane Pat Riley’nin de koç olarak atanması sonrası bu franchise için şampiyonluk umutları her zamankinden yüksekti. İzlemesi zevkli oyun kurucu John Starks, Charles Oakley, savunmada Charles Smith ve efsane Patrick Ewing önderliğinde 1994 NBA finallerinde New York Knicks, kendileri açısından çok kalp kıran bir seri sonucunda, 5. maçta 3-2 öne geçtiği seriyi 7. maçta Houston Rockets ve tabii ki Hakeem Olajuwon’a kaybettiler. Özellikle de 7. maçın son çeyreğinde takımın yıldızlarından biri olan John Starks’ın felaket üç sayılık performansı asla unutulmayacak. 90’lı yıllarda Doğu Konferansı inanılmaz sert geçiyor ve hafızalara kazınacak rekabetlere sahne oluyordu ve Knicks bunların hepsinde baş aktör konumundaydı. O ünlü Chicago-New York ve Reggie Miller’lı Indiana Pacers ile olan rekabetleri günümüzde bile ilgiyle tekrar izlenmektedir. İlerleyen yıllarda Pat Riley takımdan ayrıldı ve onun yardımcısı olan günümüzde ise ESPN’de yorumculuk yapan sempatik isim Jeff van Gundy geldi. Özellikle o geldikten sonra Alonzo Mourning’li Miami Heat ile olan rekabetleri playoff’ta hep ön plandaydı ve biraz da Jordan ve Bulls döneminin sona ermesinin de etkisiyle Knicks 1999 yılında NBA finallerinde San Antonio Spurs karşısına çıktı. O zamanlar Gregg Popovich ve Tim Duncan önderliğinde 20 yılı aşkın süreye uzanacak olan hanedanlığın ilk demlerini yaşayan Spurs’e karşı Knicks, NBA tarihinde belki de en tahmin edilemez şekilde finale çıkan takım oldu. Okuyucularımız bunu çok bilmeyebilir ama 1999 yılında normal sezonu 8. sırada bitiren NY Knicks adını NBA finallerine yazdırmayı başardı ve bu başarı aynı zamanda normal sezonu en düşük sıralamayla bitirip finale çıkan tek takım olma rekorunu da Manhattan temsilcisine getirdi. Finalde ise bu sefer diğerine göre daha az çekişmeli geçen bir seri sonucunda Knicks 4-1 kaybediyor ve sonsuz bir başarısızlık istikrarının içerisine düşüyordu. İlerleyen yıllarda yanlış draft tercihleri, yönetimsel sorunlar ve medya baskısı-yıldız oyuncu getirememe gibi faktörler dolayısıyla 2013 yılında oynadığı konferans yarı finallerini 7. maça götürmesi dışında hiçbir başarısı olmayan Knicks, o yıldan sonra da sadece 2021 yılında normal sezonu 4. sırada bitirip playoff’larda ev sahibi avantajına rağmen sadece 1 maç kazanarak elendi ve sabırlı, aynı zamanda bir o kadar da basketbol kültürüyle dolu, bizim deyimimizle kötü gün taraftarı olan New York seyircisine hayal kırıklığı yaşatmış oldu. Kısacası şehrin ve arenanın getirdiği şöhrete rağmen Knicks’in hiçbir zaman istikrarlı bir şekilde başarılı olamaması basketbolseverler tarafından üzerinde durulması gereken bir konu ve açıkçası gelecekte bizi nasıl bir Knicks’in beklediğini, nasıl düzeleceklerini tahmin etmek oldukça güç.
Abonelik
0 Yorumlar