Aynaya her baktığımızda gördüklerimiz, her bakışımız da başka. Her gülüşümüz başka mesela. Bakış açısı, gördüğümüz başkalığın tek sebebi aslında.
Bunu yazarken dışarıda yağmur yağıyor. Benim için yağmur, her zaman umut kokar mesela. Her yağmur yağdığında pencereden kafamı uzatıp koca bir nefes alırım, ciğerlerimi patlatırcasına. Umut yaşatır beni, bence tüm insanlığı da. Ben böylesine severken, belki de biri nefret ediyordur yağmurdan. Bugün saçlarını düzleştirmiş o mavi ceketli kız mesela çok üzgündür. Ya da yağmurla tanışan bebek ellerini uzatmıştır havaya, gülücükler saçıyordur etrafa. Bunların hepsi bakış açısı. Kişiden kişiye göre değişir. Alev Alatlı’nın dediği gibi; “Oysa neyin iyi, neyin kötü olduğu, sizin kim olduğunuza bakar. İnsan için kuş iyi, sivrisinek kötüdür çünkü kuşu yer, sivrisinek tarafından ısırılır. Kuş için insanoğlu kötü ama sivrisinek iyidir çünkü sivrisineği yer, insanoğlu tarafından yenilir. Sivrisinek için kuş kötü, insanoğlu iyidir çünkü insanoğlunu yer, kuş tarafından yenilir.”
Gördüklerimiz bizimle şekillenir, bizde anlam bulur. Bakış açımız bize yol olur. Bir olay yaşanır aramızda; gördüklerimiz başka, bakış açımız bambaşka. Peki kim haklı bu olayda? Bizi yargılayanın bakış açısına yakınlığımızla orantıda haklılığımız.
Yaşanan her kötü olayda dibe batmak bir tercih. Hayat, başlı başına bir tercih. Yaşantılar bizi büyütür. Bakış açısı deneyimlerle genişler. Görülense bazen yalnızca işe gelendir.
Benim içinse kalple bakmak ve gözle bakmak arasındaki o kutsal farkı çözümleyebilme sanatıdır. Frederick Langbridge’in de dediği gibi; “Aynı pencereden bakan iki insandan biri yerdeki çamuru görür; diğeri gökteki yıldızları…”
Hayatımız ön yargılarımızın esiri, çok çabuk hükümler verip kestirip atıyoruz. Gözlere bakmıyoruz çoğu zaman; her şeyimiz yüzeysel, bakışımız, konuşmalarımız yüzeysel. Çoğumuzsa derin değiliz. İnanıyorum ki bakmayı bırakıp görmeye başladığımızda güzelleşecek bizim için dünya. Son olarak buraya bakış açısıyla ilgili etkileyici bir hikaye bırakmak istiyorum.
Arjantinli ünlü golf ustası Robert de Vicenzo, yine bir turnuvayı kazanmış, ödülünü alıp kameralara poz vermiş ve kulüp binasına gidip oradan ayrılmak üzere hazırlanmıştı. Bir süre sonra binadan çıkıp otoparktaki arabasına yürürken yanına bir kadın yaklaştı. Kadın, başarısını kutladıktan sonra ona çocuğunun çok hasta ve ölmek üzere olduğunu anlattı. Zavallı kadının hastane masraflarını ödemesi olanaksızdı. Kadının anlattığı öykü De Vicenzo’yu çok etkilemişti, hemen cebinden bir çek defteri ve kalem çıkarttı, turnuvadan kazandığı paranın bir miktarını yazdı. Çeki kadının eline sıkıştırırken de ona:
— Umarım bebeğinin iyi günleri için harcarsın, dedi.
Ertesi hafta kulüpte öğle yemeği yerken, Profesyonel Golf Derneği’nin bir görevlisi yanına geldi.
— Otoparktaki görevli çocuklar bana geçen hafta turnuvayı kazandıktan sonra yanınıza bir kadının geldiğini ve onunla konuştuğunu söylediler, dedi.
De Vicenzo başını salladı. Evet, dedi.
Görevli:
—Size bir haberim var o zaman. O kadın bir sahtekârdır. Üstelik hasta bir çocuğu da yok!
— Sizi fena halde kandırmış efendim! dedi alaycı bir tavırla.
De Vicenzo;
—Yani ortada ölümü bekleyen bir bebek yok mu? dedi.
—Hayır, yok, dedi görevli.
—İşte bu, bu hafta duyduğum en iyi haber! dedi De Vicenzo.