fbpx

Öfkem vücudumdan taşıp maddesel bir hâle gelebilirdi şu an. Sanırım bunun kanıtı evin içinde koştururken aynada iki saniyelik gördüğüm silüetimdi. Alnımdaki damar arşa çıkmaya yeminliyken ten rengim geçenlerde aldığım mat kırmızı rujla yarışıyordu. Sakinleşmeye ihtiyacım vardı ama durup nefes almak için bile vaktim yoktu.

Severek aldığım eşyalarım, şu an gözümde bana düşman kesilmişlerdi. Aradığım şey ise birkaç santimlik yer kaplayan küçük bir dosyaydı. Bu gereksiz, saçma sapan eşyalara kıyasla ona, var bile denilemezdi. Ama bu devasa eşyalar beni devirmek için planlar yaparken o minnacık kâğıt parçaları beni ayağa kaldırmaya yeterliydi. 

Sinirimi nasıl atacağımı da bilemiyordum ki! Eşyalarımı kırmaya kıyamazdım, etrafı dağıtmak yine değer verdiğim eşyalara zarar getirebilirdi. Kendime zarar vermek sadece canımı daha çok yakmak anlamına gelecekti ki bence şu an daha fazlasına hiç gerek yoktu. Hissettiğim öfke canımı yeterince yakıyordu. Ve onu nasıl söküp atacağımı bile bilmiyordum. Bu da beni çıldırma raddesine getiriyordu. Çalan telefonumu korkarak açıp kulağıma koydum. İşyeri müdürünün sert sesiydi karşı tarafta konuşan.

“Tek bir işin vardı. O belgelerin yokluğu bize bir anlaşmaya mal oldu. Bu beceriksizliğin de senin işine mal oldu. Yarın gelmeye zahmet etme.” cevap vermeyi geç, bir tepki dahi verememiştim. Kapanan telefonun ardından gelen sessizlik bir anlığına algılarımı yok etmişti.

Yanağımdan kendilerine yol çizerek akan göz yaşlarım; öfkemin ateşini söndürüp çaresizliğe mum yaktı. Ama algısızlığı tercih ederdim. Gerçeklikten tamamen soyutlanmayı yeğlerdim bu perişanlığa. Beynim o kadar yavaş çalışıyordu ki duymuş olsam da sanki yıllar sonra idrak edebilmiştim müdürün söylediklerini.

Küçücük bir hataydı aslında. Birkaç kağıt parçasını işe götürmeyi unutmuştum o kadar. Üç yıllık işsizliğin ardından yine başladığım yere dönmüştüm. Ve sadece birkaç kâğıt parçası yüzünden. O kadar yükselmemiştim bile ama yine de yere çakılışımın acısı dayanılmaz olmuştu. 

Bağırarak bile ağlayamıyordum. Hıçkırıklarım benden kaçıyordu. Hayatım, hayallerim ellerimin arasından kayıp gitmişti; birkaç hıçkırığı da gözden çıkarmak zor olmamalıydı. Bu ağzına kadar dolup taşan evde hıçkırıklarımı kimsenin duymayacağını biliyordum ama yine de sesimi çıkaramadım.

”Zaman acıya merhemdir.” derler. Yıllar geçti işimi kaybedeli, saçıma aklar düştü. Aynada gördüğüm kişi ben değilim. “Şurada işini kaybedeli ne kadar oldu? Yenisini bulursun, kendini perişan etme.” diye çevremin laf anlattığı kişi de ben değilim. Yaşlı, kayıp bir ruhtan başkası değilim.

Akşam olup ruhumdaki karanlık yeryüzüne indiğinde televizyonun karşısında karşıma çıkan ilk kanalı izliyordum. Ne konuşulanları duyuyor ne yaşananları görüyordum. Teknoloji değildi bu, büyüydü. Yok yok, kesin hipnoz ediyordu bu ekranlar insanları. Gizli görüntüler vardı ve aklına sapıkça fikirler yerleştiriyorlardı.

Televizyon kendi kendine oynarken ben telefonumdan alışveriş sayfalarında geziyordum. İşimden ayrıldığım için bir süre tutumlu olmam gerekecekti. Ama bu elime para geçince alacaklarımın listesini yapmama engel değildi. Bu sitelerde gezmenin verdiği tarifi zor bir zevk vardı, üstelik bir şey bile almazken. Yorumlarını ya da açıklamasını okumadan listeme eklediğim onlarca eşya vardı ve onları satın alabilmek için dört gözle bekliyordum. Evde yer kalmaması ya da ne işe yarayacağı düşünceleri pek uğramıyordu bana, tek görebildiğim onları alma isteğiydi.

Telefonu kenara koyup kumandaya uzanarak kanalı değiştirdim. Aslında televizyon izlemek hiç de ilgimi çekmiyordu. Kalkıp kitap okuyayım, düşüncesi cazip gelmeye başlamışken açtığım kanalda yabancı bir filmin oynadığını gördüm. Savaş, dövüş sahnelerinden sıyrılabildiğimde saat gece yarısına geliyordu. Televizyonu kapatmak için uzanmışken “Özgürlüğümü yaşıyorum.” dedi, ekranın içinden bana seslenen bir adam. “Sürekli geziyorum. Ne bir zincirim var ne de bir düğümüm. Hiçbir yüküm yok. Şu küçük çantayla dünyayı dolaşıyorum, ha bir de bu arabayla.” dağlar, ovalar yerini estetik tarzla çekilmiş bir arabaya bıraktığında; kapama tuşuna basarak kumandayı koltuğa fırlattım ve odamın yolunu tuttum.

Sıcacık yatağımda yer edindiğimde kaçan uykum düşüncelere davetiye yolladı. Onlar da icabet etmekte hiç geç kalmadı. 

Beni sıkboğaz eden bir aileye sahip değildim. Hatta bayramdan bayrama görüşürdük neredeyse. İşe başladığımda edindiğim işkolik ”ben” hayatımı arkadaşlardan arındırmış ve şu an canımı yakan o zamanlarda ise görmezden geldiğim bu yalnızlığa zemin hazırlamıştı. Ama işimle birlikte o ”ben” yok olmuştu. Yoktu işte hiçbir zincirim. Tüy kadar hafifim! Öyleyse hâlâ yerde ne işim var? Uçmam, göklerde süzülmem gerekirdi halbuki. “İşte bu!” diye haykırarak fırladım yatağımdan. Madem bir zincire sahip değildim, o zaman bu ruha en iyi özgürlük yakışırdı. 

O araba reklamındaki adam ne de mutlu görünüyordu. Nerelere gitsem, nereleri gezsem? Ayak izimin olmadığı bir yer kalmasa… Yeterince birikmiş param da var; yeni bir ülke, yeni başlangıçlar, yeni bir iş belki. Bu kaybolmuşluğun çaresi anca seyahat etmede saklı olabilirdi. 

Yüzümdeki gülümseme, göğsümdeki öküz yüzünden görülemez olduğunda nefes alış verişimin hızlandığını fark ettim. Belirsiz bir huzursuzluk vardı içimde. Odamdaki eşyaların kıpırtı seslerini duymaya, hareketlerini görmeye başladım. Sadece eşyalar da değil, duvarlar bile üzerime yürüyordu. Gitme isteğimden haberdarmış gibi beni boğmak ve sonsuza kadar varlığımı bu dört duvar arasında mahsur bırakmak istiyorlardı. Bilmedikleri şey ise çaba harcamalarına gerek olmadığıydı, bunu ben kendime yeterince yapıyordum zaten.

Yastığımın altındaki telefonumu çıkarıp flaşıyla odayı aydınlattım. Her şeyin yerli yerinde olduğuna kendimi ikna etmeyi başardığımda telefonumu tekrar yerine koydum ve uyumaya koyuldum.

Sabah coşkulu bir şekilde uyandım. Yeni hayatımı somurtarak karşılamak istemezdim sonuçta. Çılgınca bir seyahati en coşkulu kılacak şey spontane olmasıydı. İlk iş bavul hazırlayıp havaalanına gitmek olurdu ve ardından en kısa sürede kalkacak uçağa binerdim. Düşüncesi bile tüm hücrelerimin coşkuyla yerinden fırlayıp hoplaya zıplaya tekrar vücudumdaki yerine dönmesine neden oluyordu. Düşündüğüm gibi de yaptım. Küçük bir bavul hazırladım ve yola koyuldum. Havaalanına vardığımda vücudum bir duvardı, kalbim de çıkabilmek için ardı ardına ona tekmeler savuran bir mahkum.

Sıraya girip bekledim ve nihayet bana geldiğinde beynimde yankılanan bir saniyelik düşünce yarım günlük heyecanı alıp götürdü. Karşımdaki görevli anlam veremez bakışlarını sürdürürken “Nereye gitmek istiyordunuz?” diye tekrarladı. Yüzümdeki gülümseme silinirken söylediğimden emin olamadığım bir özür mırıldandım ve sıradan çıktım. Artık duvarlarımı parçalamaya çalışan kalbim değil ciğerlerimdi. Sanki sayılı oksijen kalmışçasına alabildiğini tüketmeye çalışıyordu. Ve her şeyi tersine çeviren düşünce ”Evim ne olacak?” olmuştu. Severek yerleştiğim, üstelik bayağı iyi bir mahalleye sahip olan evim… Ne de severek döşemiştim orayı! Hayatım gibi dolu dolu olsun istemiştim. Hayatım bu kadar boşken evim nasıl hâlâ dolu olabiliyordu peki? 

“Belki de sorun, evi yeterince dolduramamış olmamdır?” bu da benim cinnet geçirme şeklimdi. Bu kadar sakince, sanki sıradan bir alışverişe çıkıyormuşum, normal bir gün geçiriyormuşum gibi. Dışarıdan beni gören kimsenin “Bu kadın kafayı yemiş.” demesine imkan olmayan bir şekilde. Bavulumu düşürdüğüm yerden almak aklıma bile gelmedi. Sakin adımlarla bir alışveriş merkezine girdim ve ikinci defa bakmayacağım süsler, kapağını açmayacağım kitaplar aldım. Evde güzel dururlar diye. “Ah işte bu!” diye haykırıyordum içimden. Nedenini asla anlayamadığım şekilde bir şeyler almak hep beni mutlu hissettirmişti. Şimdi de kıtlıktan çıkmış gibi alışveriş yapıyordum. Durup iki saniye ”Neden alıyorum?” diye düşünmedim. Sadece iyi hissettiriyordu ve şu an ihtiyacım olan tek şey de buydu. Ta ki bakiyem yetmeyene ve bugüne kadarki tüm birikimimi harcadığımı görene kadar bu hipnoz hâli sürdü. O kadar çok saçma sapan eşya almıştım ki! Bazılarının işlevinden bihaberdim. Zar zor kendimi eve atınca çantaların iplerinin elimde açtığı yaralara baktım uzunca. Ve bir kahkaha boy gösterdi ardından durmak bilmez gözyaşlarım… 

Uyandığımda kendimi salonda, yerde buldum. Ağlamaktan uyuyakalmayı en son lisede aşk acısı yaşarken deneyimlemiştim sanırım. Yerlere saçılmış eşyaları paketlerinden çıkarıp etrafa yerleştirmeye başladım. Evin bazı kısımları o kadar dolmuştu ki bir şeye çarpmadan rahatça hareket edemiyordunuz. Oturma odasına geçtiğimde televizyonun açık olduğunu gördüm, ne zaman açtığımı hatırlayamayınca ürperdim. Ama kısa sürdü. Sanırım korkmalıyım, dedim. Kendi kendine açılan televizyon! Ama öyle olmadığını biliyordum, ben açmıştım elbet. Hep açık olurdu ki asıl kapandığını görünce korkmak gerekirdi.

Yere uzanıp açık olan kanalı izlemeye başladım. Benden sürüyle vardı sadece ekranda. Sürekli tüketen ve bunun ağırlığında ezilen insanlar… Tüm gün hareket eden robottan bir başkası değildim. Zihnimi bir boşluk kaplamıştı sadece ve düşünmeme engel olmuştu. Fikirsiz bir kabuktan ibarettim ama şu an mekanizmam tekrar çalışır hâle gelmişti. Ve tabii tutulduğum bir fikir cümbüşü değildi. Aksini yapmamaya yemin etmişçesine dinginleşmişti okyanusum.

Ekranda gördüğüm insanlar bir şeylere sahip oldukça yükselmiyorlardı, hepsi birer yükten ibaretti onlar için. Kendimi bulmak için dünyanın bilinmezine yelken açmama gerek yoktu. Bu dört duvar arasında kaybetmiştim ruhumu. Bu çöp yığınında! 

Gidip bir çöp poşeti aldım ve elime gelen her şeyi içine atmaya başladım. Yıllarca “Acaba atsam mı?” deyip sonrasında elbet işime yarar fikriyle atmaktan korktuğum eşyalardı bunlar. Şimdiyse gözümü kırpmadan çöp poşetinin içine fırlatıyordum onları teker teker. Birer kayıp gibi görünen bu faaliyet, bana coşkumu geri veriyordu. Dün, sayısız eşya almıştım. Hoş yarısından çoğunu eve getiremeden orada burada kaybetmiştim. Ama tüm akşam kendimi kandırmışım. Daha çok almak, kazanmak beni hafifletir sanıyordum. 

Ev yavaşça boşalır ve nefes almama izin vermeye başlarken elime gelen bir dosya bu trajikomik hâlime istemsizce gülmeme neden oldu. Birkaç hafta önce bulmuş olsam her şey bambaşka olurdu dediğim dosyaydı bu. Her şeyin farklı bir yol izlemesine neden olan kâğıt parçaları… Çöp poşetine atınca şimdiye kadar elde edemediğim bir hafiflik hissettim. Öylesine emindim ki camı açsam göğe yükseleceğimden.  

Birkaç saat içinde yıllarım, çöp konteynerini boylamıştı. Eşyalardan arınmış evim, ruhumu serbest bırakabilirdi artık. Reklamdaki o adam gibiydim ben de. Vücuduma bağlı bir zincir kalmamıştı. Çok küçük olduklarından farkına varamadığım zincirlerimden kurtulmuştum bugün. 

Evi satılığa çıkarıp ilk talibine sattım. Birkaç parça eşyamın olduğu bir çanta hazırlayıp havaalanına gittim. Ailemden bir miktar borç almıştım. Yüzümde yeni açmış çiçeği andıran bir gülümsemeyle görevliye, en yakın uçağın biletini almak istediğimi söyledim.      

Abonelik
Bildir
guest
0 Yorumlar
Satır içi yorumlar
Tüm yorumları görüntüleyin

Okuyucuların Beğendiği İçerikler

Birçok kişinin ‘’zor ama maaşı iyi, garanti meslek gibi’’ düşünceleriyle ün kazanmış bir bölüm olan tıp fakültesini size en ince detaylarıyla aktaracağım. Öncelikle fakülteye gelmeden önce kendinizi ilk gün yapılacak çaylak şakasına ve ileri zamanlarda daha siz TUS isimli bölüm seçmenize yarayan sınava girmeden ‘’Sen ne doktorusun? ‘’ veya diş hekimliği ayrı bir bölüm olmasına […]
Yaşanan herhangi bir gün hiç yaşanmasaydı, her şey daha farklı olur muydu? Misal dün hiç yaşanmasaydı veyahut bundan yıllar önce bir gün hiç yaşanmasaydı yine aynı mıydı hayatınız? Kadere inanmak subjektif bir bakış açısı olarak görünebilir ancak hayatın akışı olarak farklı bir yerden durumu ele alabiliriz. Bütün malzemeleri özene bezene kesip, doğrayıp harika bir yemek […]
Herkesin ölmeden görmek isteyeceği bir yer vardır. Yoksa da henüz keşfetmemiştir… Benim için burası Norveç. “Soğuk Cennet” veyahut “Kuzeyin İncisi” denilen bu ülkenin lanse ettiği imajı bir görseniz aşık olmamak elde değil. O yüzden henüz kendi ülkenizi keşfetmediyseniz ileride belki yol arkadaşım olabilirsiniz! Norveç ”Soğuk Cennet” Ülkenin yönetim biçimi anayasal monarşi ve başkenti Oslo‘dur. 385,207 […]
Her kitap ayrı güzel, dünyasına girdikten sonra… Ama bazı başyapıtlar vardır, gerçekten okumak zevk verir. Okudukça içine düşer, yeni bir dünyanın kahramanı olursunuz. Herkes için değişebilecek bir liste… Daha iyisi varsa da ben okuduğum kadarını biliyorum ve bunlar şu an en iyisi! Daha birçok türde konuşulacak kitaplar olsa da üç ayrı türde üç başyapıt derledim, […]

İlgini Çekebilir

Çoğumuzun, adını belki de hiç duymadığı fakat yaşamımızda denk gelebileceğimiz, farkında ve bilinçli olduğumuz takdirde erken tanı ve tedavi seçeneklerini düzenleyebileceğimiz, benim ise özel eğitim alanında tanıştığım bir sendromdan bahsetmek istiyorum sizlere: DiGeorge Sendromu. DiGeorge Sendromu (DGS) 22. kromozomun (22q11) delesyonu (kromozomun bağlı bulunduğu parçadan kopup silinmesi, yok olması) ya da translokasyonu (kopan veya kaybolan […]
“Sisyphus’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken: yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı ve de kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye doğru, işte kaya tepeye vardı varacak, işte tamam, ama tepeye varmasına bir parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya, o da yeniden itiyordu kayayı, […]
Bugün 10 Mart 2022. Gülistansız 796. gün “Ne durumdayım biliyor musunuz? Ölüm Allah’ın emri, ölüm dünyada var. Gençlerin ölümü zor ama biz her gün yeniden ölüyoruz. Her gün… Toprağa bile basmaya kıyamıyorum, acaba kızım içinde olabilir mi diye. “ 21 yaşında, Tunceli’de bir üniversite öğrencisiydi Gülistan Doku. 5 Ocak 2020 tarihinden bu yana haber alınamıyor. […]
Bir girişim fikriniz var ve bu alanda bir marka oluşturmak istiyorsunuz ya da henüz küçük bir işletmesiniz ve işletmenizi büyütüp kârınıza kâr katmak istiyorsunuz. İşte bu yolda atmanız gereken ilk adım markalaşmak olmalıdır. Peki marka nedir?                Marka yalnızca kalabalık bir pazarda sizi diğerlerinden ayıran isim, logo ve slogandan ibaret değildir. Markanız insanların sizinle etkileşimde […]