fbpx

Babamın hayatını bir okuyun! 90’larda gençlik nedir bir de bu ağızdan bir dinleyin… 7 kardeş, bir yer yatağında geçirilen yıllara kulak verin… Bahçeli bir 3 odalı evin içinde geçirilen ve herkesi ayrı yola sürükleyen bir hikayedir bu. Şimdi baksak her yerde birini görürsünüz bu evden. Kuytu köşede hastalıktan kıvranan bir kız kardeş, İstanbul’da hayat yaşayan bir abi var. Çay ocağı işleten en küçük ve en çok annesizlik çekmiş kardeş var, bir de öğretmenlik okuyup tır gezdiren ortanca var… Berberi olan kafadar biri de var, tamamen kendini çekmiş, sosyete kızları ve pazarcı oğluyla hayat yaşayan bir abla da var… Bir de 11 yaşından beridir sanayilerde sürünen, dürüstlüğünden kaybeden, iyi niyeti kullanılan bir hayat var. Bu farklı insanların hepsi bir zamanlar aynı yatakta yatıp aynı sofrada yemek yiyordu inanır mısınız?

Babam bunların arasında en son bahsettiğimdir. Bir abla ve bir abiden sonra üçüncü çocuk benim babam. 11 yaşında iş hayatıyla tanışmış, başlarda babasına yardım ediyormuş. Daha sonra babasıyla mezarlıkta mezar başları taşıdığı zamanları bir yandan imam hatip okuyarak geçirmek zor gelmiş olacak ki lise bitince daha okumamış. Askerlik zamanı gelmiş, hep bahseder bundan. Hani bazen bir şarkı duyarsınız ve anılar bir füze gibi beyninize hücum eder ya. Bir gün rastgele bir şarkı açmıştım odamda son ses. Babam geldi, gözlerinde kırgınlık, mutluluk, çözemediğim duygular… Askere giderken otobüste bu şarkı çalmış, hiç durmadan başa sarmış hep. Öylesine huzurluymuş ki bu yollar ona o an.

Yazıcıymış askerde. Daktilo başında geçiriyormuş günlerini. Bir günlüğü var, askerlik arkadaşlarının hakkında yazdığı şeyler. Haksızlık etmezmiş kimseye, bir de son sigarasını bile dönecek bir insanmış. Askerliği bitmiş nihayetinde, evine geri geldiğinde değişen çok bir şey yokmuş. Annesine olan özlemi bitirmiş onu sadece. Sonra kız istemeler oldu, tabii babamı delirten… Bunlar onun sözleri. ”Güzeli de zengini de vardı ama içimde bir şeyler kopmuyordu.” diyor anneme aşkından bahsederken. Sonra annemi görmüş tabii mahallede lise formasının o zamanlar elbise olduğu dönemler… Annem de köyde yaşar normalde, liseyi okumak için şehre gelmiş, onun mahallesine bir de!

Aşık olmuşlar, annem köye dönünce mektuplaşmışlar uzun süre… Babam taksicilik işine başlamış o dönem. Annemin bir mektubu var, yarın pazar çok genç kız binecektir taksiye, eğer aynadan bakacak olursan gözünü oyarım! Gerçekten annem neymiş bilmiyorum, babamın mektupları şiirler dolu! Annemin mektuplarında, tütünü gazete kağıtlarına sarışını anlatmaları var! Annemler de 4 kızmış, tütünü kendileri topluyor, sarıyor, içiyorlarmış bir de! Babam ne desin, şiirler… İstemeler, nişan, düğün, şu, bu… Babamın durumu öylesine vahimmiş ki. Düğünün ertesi günü gelen parayı hesaplayıp borç harç alarak tuttukları düğün salonunun parasını çıkarmışlar. Elde kalan koca bir hiç olmuş.

Buradan sonra bir dolu entrika başlıyor, gerçek hikaye de burada başlıyor! 1 sene geçmeden evlerine bir hırsız girmiş, babamın alyansı dahil düğünde takılan bütün altınları bir gecede gitmiş. Annem büyük abime hamile kalmış sonra. O dönemler babam mermer işine girişmiş, gündüzleri sanayide geçiriyor, akşamları taksi işi yapıyormuş. Sonra annemin kız kardeşiyle babamın bir erkek kardeşi aile ziyaretlerinde birbirlerini sevmişler, onlar da evlenmişler peşlerine. Babamın abisi, ablası da evlenmiş gitmiş çoktan… Ailenin büyük çocuğu olarak çevrede bir babam kalmış, hem annesine, babasına, kardeşlerine hem yeni doğan oğluna, karısına o bakar olmuş. Gel gelelim, ortanca abime hamile kalmış annem. Sonra babası köyde büyük bir meydan kavgasına karışıp hapse düşmüş, psikolojisi kalmamış annemin… Diğer abim doğdu derken evdeki boğaz sayısı mutluluktan gayrı acı vermeye başlamış ve bu onları daha çok hırpalamış…

Sonra babam bir gün dolmuş durağında bir cinayete şahit olmuş. Adamın biri bir dolmuşçu arkadaşlarına çarpıp kaçmış, gencecik çocuk oracıkta ölmüş. Babamın arkadaşları, dolmuş durağındaki herkes şahit olmuş olaya ama kimse tek kelime etmemiş. Ölenin babası devlet adamıymış, hiç bulaşmak istememişler. Nihayetinde adamın ceza almayacağını duyunca babam vicdanına laf geçirememiş, gitmiş ifade vermiş. Babamın ifadesiyle yıllarını hapiste geçirmiş o adam. İsmin gizli kalacak diye söz vererek babamı kandıran, ölen çocuğun babası da acısından unutur olmuş. İçeride günlerini geçiren bu adam ise babamı çıkınca bulacağına ant içmiş!

Sonra annem bana hamile kaldı… Babam o dönem dolmuş işini bıraktı. 11 yaşında ve 9 yaşında iki oğluna okul masrafları için gerçek bir iş gerektiğini düşündü ve sanayiye döndü. 2 ortakla beraber bir dükkan açtılar, mermer işi yaptılar. Pek bilmeyenler için mutfak, mezar ve mezar başları ve buna benzer işleri yapıyorlardı. Tabii iki erkek peşine, bir de sülalede hiç kız çocuk yokken beni beklemiyorlardı, kız olduğumu duyunca çok sevinen annemin aksine, abilerim zaten istemedikleri 3. kardeşi, kız olmasıyla hiç istememişler. Babam tepkisiz kalmış, bu konuda konuşmaz ama ben söyleyeyim, Arnavut göçmeni olan babamın sülalesi kız çocuğuna o dönemler erkek kadar düşmezmiş!

Neyse doğdum ben, ne iyi etmişim… Babam o güne dair şunu anlatır, babaannem ve kendisi hastane bahçesinde oturuyorlarmış. Annemin neler çektiklerini bilmiyorlar tabii! Ben 10 aylık bir bebeğim arkadaşlar. Doğmuyorum diye en son az daha sezaryenle alınacakmışım ama bundan çok korkan annemin ameliyathane kapısı önünde heyecandan suyu gelmiş. Bunlar olurken babam bir dondurma almış annesine. Babaannem de kırmış dondurmayı çubuklu kısmını da babama vermiş, babam bunu sürekli anlatır… Tam 6 gün boyunca isim kavgalarından sonra babam en son nüfusluğa gidiyormuş, sabah annesine uğrayacakmış, ablasına rastlamış yolda, annesi evin önünü süpürüyormuş. Ablasından ayrıldıktan sonra, nedendir kendi de bilmiyor hazır yol üzerindeyken eve uğramak istemiş. Babaannem beni yıkamak istiyormuş, anneme demiş bunu birkaç gün önce. O gün de beni yıkayacakmış, babam geri dönüşte zaten alacakmış onu ama… Giderken uğradığı evde süpürgeyi ve annesini yerde görünce dünyası yıkılmış…

Annem zorlu geçen doğumdan sonra bir de bu amansız kalp kriziyle gelen ölümün huzursuzluğuyla hastaneye düşmüş. Yataktan kalkamaz olmuş. İlaçlara başlamış o dönem… Bazı psikolojik hastalıkları için kullandığı ilaçlar sütünden bana da geçmiş maalesef. Babam bu dönemlerden çok bahsetmez. Arada kaybolan 5 yıl var, bu dönemde çekilen fotoğraflar güzel aslında. Hafif bir kırgınlık ama yeteri kadar acı çektiği için artık kabullenişle bakan gözler… Ama gülen yüzler ve benim küçüklüğümün gülerek geçen güzel günleri… Sonra bir gün annemin köyündeyken ailenin başına gelebilecek en kötü ikinci olay yaşandı, 5 yaşlarındaydım ve bunu kare kare hatırlıyorum…

Hapisten çıkmış dedem ve anneannem köydeki düğünlere gider ve orada, bilir misiniz bilmiyorum ama, lastikli balonlar vardı, nasıl bir zevk alıyorduk onlardan acaba… Onlardan, abur cuburlardan ve içeceklerden satarlarmış. Kırmızı bir küçük kasalı motorla ikisi köyün düğünlerine her akşam gidiyorlarmış… Bir gece zifiri karanlıkta çığlıklar birbirine karışmışken uyandığımı hatırlıyorum. Sonra yola çıktığımızı 4 kız ve en küçük erkek kardeşlerinin suskunluğunu hatırlıyorum… O gece düğünden dönemeyen anneannem ve dedem hastanelere böyle düşmüş oldu ve hayat tekrar kararmış, annem tekrar ilaçlara başlamıştı. Neredeyse 50’den fazla ameliyat dedemi eski haline döndürememiş ve onu 7-8 sene kadar önce toprağa itmişti. Uzun seneler yaşamıştı kazadan sonra, bütün kızları da ilgilenmişti onunla… Cenazesinde bir damla gözyaşı dökmeyen teyzem bazen son gece yanında kaldığından bahsediyor. En duygusalları oydu ama hiç ağlamamıştı. Sebebinin ise onun sözleriyle babasının acısının dindiğini söylemesiymiş… Bu cümle hala beni kahreder.

Anneannem hala yaşıyor köydeki anılarla kaplanmış o evde, kazada ezilmiş ayağından başka bir sıkıntısı yok onun çok şükür. Bunlar tabii babamı da liseye başlayan haylaz oğullarının eğitim hayatını da sallantıya sürüklemiş… Bir de peşine asil dedemizin ölümü oldu… 2013 yılında babamın babası hastaneye düştü, zayıflıktan kemikleri çıktı, sigarayı bırakmazsa öleceğini söyleyen doktora şöyle bir cümlesi var ki hala akla gelince gülünür buna… “Öleceksem sigara içerek öleceğim be kardeşim!”. Dediği gibi de oldu… Nisan ayında 2013’te kaybettik onu da… Cenazesinden sonra bir daha o eve hiç girilmedi. O 7 kardeş beraber yer yatağında yatarlarken bir daha hiçbiri o eve girmemeye ant içmişti. En küçük, 20’li yaşlarda erkek kardeşleri orada tek başına alaylar, yıllar geçirdi. Bir çay ocağı açtı kendine, yaşadığım şehrin en beter kenar mahallelerinden birinde… Psikolojisi bozuldu, berbat hale geldi ve annesizlikten öyle sinirliydi ki dünyaya karşı, çocuklardan nefret ediyordu. Hala da eder.

Annem, abimleri lise zamanı hafta sonları onun yanına çalışmaya gönderirdi. Bir gece abim sırf onu kızdırdı diye dükkanı o içerideyken kapatmış. Bütün gece orada kalmış… Beni dövmelerini hatırlıyorum, bir kez öylesine dövmüştü ki gözlerimin altı kan toplamıştı… Babam bana elini bir kez bile kaldırmadı ama amcamdan çok dayak yemiştim. Neyse artık o da kendini çekmişti herkesten, o evden de çıkmıştı. Şimdi bir evi var, hala aynı çay ocağında günlerini geçiriyor… Sonra sinirlerini çocuklardan çıkarmayı huy edinmiş bu ailenin oğullarından olan babam, abimleri kemerle dövmüş bir dönem. Bu huyundan annemin ağlayışları kurtarmış onu. Ama çocukken verilen eğitimin ne denli önemli olduğunu fark etmemiş bu aile, abimleri öyle bir hale getirdi ki. Hiçbir sebep yokken küçük abim beni döverdi bazen, ağlayarak nedenini sorunca “Babam bizi çok dövdü, sana kıyamıyor.” derdi. Nasıl bencillik, ama suç onda mı!

Her neyse babamın durumu iyiye gitti. İşleri düzeldi, karnımızı doyurabiliyorduk. Derken yıllar öncesinden unuttuğu bir geçmişi peşini bırakmadı. Tam 13 yıl babamı takip eden, yaşadığımız yeri, gittiğimiz okulu, yediğimiz yemeğe kadar bilen o adam… Cezaevinden çıktıktan sonra babamı bulan o arkadaş. Bir gün iş yerine geldi birkaç “adamıyla”… Babamı tehdit etti, ”Kızını, karını biliyorum.” dedi, bizimle tehdit etti. ”Bir gece ansızın bütün taşlarını kırarım; evini, iş yerini mahvederim!” dedi, hayatıyla tehdit etti. Her şey düzeldi derken 3 gün mühlet verip hapishanede geçirdiği günlerin karşılığı olarak çok yüklü bir miktar para istedi. Babam mahkemelere de gitse, kurtulamadı ondan bir türlü… 3 sene kadar önce oluyor bunlar… Daha sonra şu en küçük amcam dediğim, hani psikopat olan… O durgunlaştırmış ortalığı. Annemle bana söylenen bu… Ancak gayet açık değil mi? Bir kavgalar olmuştu ancak 1 sene boyunca süren o illetten de kurtulmuştuk neticede, bundandır herhalde pek de sorgulamadık…

Sonra babam sigarayı bıraktı hızla kilo alması da tetikleyince, bir sürü hastalıkla boğuşmaya başladı. Ve sağ ayağını kullanamamaya başladı, ”Ameliyat mecbur.” dediler. 1 sene kadar önce bu şekilde işini de bırakmak zorunda kaldı, büyük abim üniversiteden geldi, askere gitti… Geleli 1 ay anca oluyor. Kendisi makine mühendisliği bitirdi, önümüzdeki yaz evlenecek inşallah… Küçük abim şehir dışında, futbolcu kendisi… O da bu virüsün mağdurlarından oldu, yaşamaya çalışıyor. Bir emekli maaşıyla geçindiğimiz dönemler de oldu, hala bazen para konusunda sıkıntımız oluyor ama babamın inancı öylesine hayrete düşürür ki insanı, dedikleri de hep çıkıyor adamın yahu…

Demem o ki şimdi bir evde annem, babam, ben; 3 kişi yaşıyoruz. Karantinanın bize kazandırdığı tek şey fazladan bir saat uyku oluyor ve babam beni gür sesiyle uyandırıyor. Size bütün bu koca yaşantının nereye bağlandığını da söyleyeyim… Babam artık günde 2 kez gazeteden başını kaldırıp şöyle diyor: “Benim psikoloğum bozuldu bir çay mı içsek!”

Zeynep Yavuz içeriklerini beğendin mi? Sosyal medyada takip edin!
Abonelik
Bildir
guest
6 Yorumlar
Eskiler
Yeniler En çok oylananlar
Satır içi yorumlar
Tüm yorumları görüntüleyin
Zeynep Yavuz içeriklerini beğendin mi? Sosyal medyada takip edin!

Okuyucuların Beğendiği İçerikler

Birçok kişinin ‘’zor ama maaşı iyi, garanti meslek gibi’’ düşünceleriyle ün kazanmış bir bölüm olan tıp fakültesini size en ince detaylarıyla aktaracağım. Öncelikle fakülteye gelmeden önce kendinizi ilk gün yapılacak çaylak şakasına ve ileri zamanlarda daha siz TUS isimli bölüm seçmenize yarayan sınava girmeden ‘’Sen ne doktorusun? ‘’ veya diş hekimliği ayrı bir bölüm olmasına […]
Yaşanan herhangi bir gün hiç yaşanmasaydı, her şey daha farklı olur muydu? Misal dün hiç yaşanmasaydı veyahut bundan yıllar önce bir gün hiç yaşanmasaydı yine aynı mıydı hayatınız? Kadere inanmak subjektif bir bakış açısı olarak görünebilir ancak hayatın akışı olarak farklı bir yerden durumu ele alabiliriz. Bütün malzemeleri özene bezene kesip, doğrayıp harika bir yemek […]
Herkesin ölmeden görmek isteyeceği bir yer vardır. Yoksa da henüz keşfetmemiştir… Benim için burası Norveç. “Soğuk Cennet” veyahut “Kuzeyin İncisi” denilen bu ülkenin lanse ettiği imajı bir görseniz aşık olmamak elde değil. O yüzden henüz kendi ülkenizi keşfetmediyseniz ileride belki yol arkadaşım olabilirsiniz! Norveç ”Soğuk Cennet” Ülkenin yönetim biçimi anayasal monarşi ve başkenti Oslo‘dur. 385,207 […]
Her kitap ayrı güzel, dünyasına girdikten sonra… Ama bazı başyapıtlar vardır, gerçekten okumak zevk verir. Okudukça içine düşer, yeni bir dünyanın kahramanı olursunuz. Herkes için değişebilecek bir liste… Daha iyisi varsa da ben okuduğum kadarını biliyorum ve bunlar şu an en iyisi! Daha birçok türde konuşulacak kitaplar olsa da üç ayrı türde üç başyapıt derledim, […]

İlgini Çekebilir

Çoğumuzun, adını belki de hiç duymadığı fakat yaşamımızda denk gelebileceğimiz, farkında ve bilinçli olduğumuz takdirde erken tanı ve tedavi seçeneklerini düzenleyebileceğimiz, benim ise özel eğitim alanında tanıştığım bir sendromdan bahsetmek istiyorum sizlere: DiGeorge Sendromu. DiGeorge Sendromu (DGS) 22. kromozomun (22q11) delesyonu (kromozomun bağlı bulunduğu parçadan kopup silinmesi, yok olması) ya da translokasyonu (kopan veya kaybolan […]
“Sisyphus’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken: yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı ve de kollarıyla bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, habire itiyordu onu bir tepeye doğru, işte kaya tepeye vardı varacak, işte tamam, ama tepeye varmasına bir parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, aşağıya kadar yuvarlanıyordu yeniden baş belası kaya, o da yeniden itiyordu kayayı, […]
Bugün 10 Mart 2022. Gülistansız 796. gün “Ne durumdayım biliyor musunuz? Ölüm Allah’ın emri, ölüm dünyada var. Gençlerin ölümü zor ama biz her gün yeniden ölüyoruz. Her gün… Toprağa bile basmaya kıyamıyorum, acaba kızım içinde olabilir mi diye. “ 21 yaşında, Tunceli’de bir üniversite öğrencisiydi Gülistan Doku. 5 Ocak 2020 tarihinden bu yana haber alınamıyor. […]
Bir girişim fikriniz var ve bu alanda bir marka oluşturmak istiyorsunuz ya da henüz küçük bir işletmesiniz ve işletmenizi büyütüp kârınıza kâr katmak istiyorsunuz. İşte bu yolda atmanız gereken ilk adım markalaşmak olmalıdır. Peki marka nedir?                Marka yalnızca kalabalık bir pazarda sizi diğerlerinden ayıran isim, logo ve slogandan ibaret değildir. Markanız insanların sizinle etkileşimde […]