Yaşadığım kısa hayata dönüp baktığımda, hayatın bana bizzat yaşatarak öğrettiği çok şey oldu. İnsanoğlu hep nankördür, mutlu olduğu zaman daha mutlu olacağını bilirde canı yandığı zaman bir daha canının yanmayacağını sanar. Bende insanoğlunun bu gafletine düşüp yaşadığım acıların üzerine ” Hayat daha ne kadar çok canımı yakabilir demiştim.” yaşayacaklarımdan habersiz. Ben hayattan çok beklentisi olmayan hep azla yetinip mutlu olmayı bilen bir insan oldum. Kendi mutluluğumdan çok etrafımdaki insanların mutluluğuyla mutlu olmayı bildim hep. Yaşadıklarımın yaşanacak olduğundan mi yoksa kendi tercihlerimden dolayımı yaşandığını kısa ömrümde anlamlandıramadım. Uzun lafın kısası insan hayatta yaşadığı her şeyden kıssadan hisse çıkartır diyerek, bende yaşadıklarımdan ve insanların tavırlarından, insanlara güvenmemeyi ve sevmemeyi çıkardım. Uzun bir süre güvenemedim insanlara gönül kapılarımı açıp yerleştiremedim kimseyi yüreğime. bir gün hiç ummadığım bir anda biri çıkıp geldi gönül kapımın önüne, anlam veremedim önce hissettiklerime. Anlamlandıracağım zaman canımın yanacağından korktum hep. Meydan okudum aklımla galip çıkacağımı düşündüğüm bir savaşa tutuştum kalbimle. Dönüp bakıyorum da gönül kapıma geldiğinde kuş uçmaz kervan geçmez bir köyde yaşayan huysuz bir ihtiyar gibi hissettim kendimi. Kalbim kurak bir koyun toprağı gibiydi, ne ot biterdi toprağımda ne de bir çiçek açardı. Anadolu’nun her köyünde vardır ya, yabancı olduğu topraklara yerleşmeye gelen yabancılara karşı gelen huysuz bir ihtiyar, işte o gönül kapıma gelip içeri girmeye çalışırken gönül kapımdaki huysuz ihtiyardım ben. Gönül kapılarımı açarsam eğer düzenimin bozulacağından korktum, köye girmeye çalıştıkça dışarda tuttum hep o yabancıyı. Bir zaman sonra köye sokmamayı başardığımı düşünüp, zaferin verdiği sarhoşlukla kendimden geçip kendimi kaybettim. Köye gelmediği için ve sağlam durup almadığım için oldukça mutluydum lakin içimi kemiren bir huzursuzluk vardı. Kafamı yoklamaya çalışıp onu unutmak istedikçe olmadı yapamadım, silik silikte olsa yüzü hatrımdan çıkmıyordu. Haps etmişti sanki hayat beni bir belirsizliğin içine ve ben o belirsizlikten kurtulamıyordum. Gaflete düşüp beklemeye başladım yolunu, tekrar geleceğinden umudum vardı. Zaman geçipte geleceğine olan umudum tükenince bahaneler üretmeye başladım kendimce. Ansızın çıkıp geldi bir gün, buyur ettim, en güzel yeri verdim ona yüreğimde. Boynum bükük kusura bakma dedim ” Kuraktır toprağım ne ot biter ne de bir çiçek açar dedim.” gülümsedi umut ışıkları saçan gözleriyle. Bahar geldi sandım onun gelmesiyle yüreğime, kurak toprağım da yemyeşil otlar bitti, çiçekler açtı gönül bahçem de. Huysuz halimden eser görmeyenler sevindi önce sonra dediler ki ” Günlük gülistanlık gitmez böyle, ilgilenip bakılmazsa yabani otlar biter börtü böcek sarar etrafı.” dediler. Kulak asmadım söylediklerine mutluluk dolu gönül bahçemle. Kara bulutlar kapladı önce, umudumu kaybetmeyip geçer gider dedim umursamadım öylece birden bastırınca sağanak yağmur hazırlıksız yakalandım kaldım öylece. Yabani otlar bitti, börtü böcek sardı etrafı tekrar kuruyup gitti gönül bahçem. Gitmez sandım beni böyle ulu orta bırakıp, ansızın geldiği gibi ansızın gitmez sandım kala kaldım öylece.
Kurudu gitti gönül bahçem kurak toprakla yine baş başa kaldım, kapattım gönül kapılarımı sessizce son nefesini verdi yüreğimdeki iyi insanların yaşadığına dair olan umutlarım.
Anlatmak istediğimi anlata bilmişimdir umarım dilim döndüğünce,kısaca şu sözlerle bitireyim kısa öykümü. Aşkın gözü kör, kulağı sağır ve ayağı topaldır. Aşık olunca insan gerçekleri göremez ve bazen de karşısındakinin ona olan aşkını, kulağı sağırdır aşkın söylenen gerçeklere kulak asmaz öylece ve topaldır ayağı aşkın ne kadar mücadele edip savaşsanda yürütemezsin.