Arkadaşlık kelimesine en yakın bulduğum sözcük paha biçilemez oluyor hep. Öylesine saf, temiz, vefayla sarılmış, öylesine güzel bir duygu ki. Kan bağın yok, yani hiçbir zorunluluk hissetmiyorsun, hem de hiçbir konuda. Sevgilin değil, ”aman aman” olmuyorsun yanında. Sadece sarılıyorsun. Dostuna, o duyguya. Bu ilişki derin bir çizgiyle ötekilerden ayrılmış, karşılıksız iyiliğe dayanan bir şey. Bunu yakalayınca kaybetmemek gerekir. Çünkü arkadaşlık aranız o an durgun dahi olsa, başkasından gelen kötülükte yanında olmaktır. İyiliğini düşünmek, mutluluğuna ortak olmaktır. Bazen kaldırımda biriniz oturakaldığında, bir sigarayı dönmektir. Bir şey kazandığında beraber gülmektir.
Ne bileyim, arkadaşlık her şeye ortak olmak değil midir? Hele bir de çocukluk arkadaşları oluyor ki. En samimi olanlar bunlar… Çünkü her saçmalıklarınızı görmüşsünüz. O kadar rahatsınız ki birbirinizin yanında. Hem kan bağınız da yok. Tamamen evrenin ayrı yaşamlarda bıraktığı iki kişisiniz ve hayatlarınızı sarmaş dolaş ediyorsunuz. Bu özel bir şey, çok özel…
Mahalle maçları… Ah 40 yaşında gençliğinden ödün vermeyen kendine abi dedirten amcaların ve 10 yaşında coşkun ruhlu delikanlıların birlikte mahalleyi ayağa kaldırmaları… Kızların tiki tiki oynamaya ip bırakmamaları… Herkesin samimi olduğu, olanın olmayana verdiği o dönemlerde kurulan arkadaşlıklar yok mu… Mahallenin huysuz teyzelerinin bahçesine kaçan topu atan alır kuralıyla şafak operasyonu gibi kurtarmalar… Sepetle salınan bir şişe suyu ağızdan ağıza dolandırmalar… Dürüstlük, doğruluk, güven ortamı. Bu dönemden beridir zamanı kurtarmaya çalışan bazı arkadaşlıklar hala var.
Aşk nedir ki? Bir kilo karabiberi tek oturuşta yemek kadar beter. Şanslıysanız başka tabii. Aile, fedakarlıkla sarılmış sıcak bir yuva ama biz mi seçiyoruz ki ailemizi? Arkadaşlık çok ayrı gerçekten. Hiçbir borcun yok ama ona sevgini ölesiye veriyorsun.
2 yıl kadar önce yakın arkadaşımı kaybettim, ben bu bahsettiklerimden daha sonra bir çocukluk geçirdim ama hala o coşkulu mahalle maçları vardı. Zorla katılırdım, topa diye ayaklarına vuruyordum bazen, neticede iyi futbolcu olduk sağ olsunlar… Bu bahsettiğim arkadaşım, o dönemden beridir hep yakın arkadaşımdı. Onunla beraber çocukluğumu gömdüğümde, hayata bakışım öyle değişmişti ki. Gencecik, amansız, çok ani bir ölümdü ve ilk defa ölümün soğukluğuyla, hayatın kısalığıyla tanışmıştım.
Düşündüm, uzun süre kendime gelemedim. Arkadaşımla beraber arkadaşlığı da kaybetmiştim sanki, uzun süre kendimden çok fazla insan uzaklaştırmıştım. Çünkü kaybetme korkusu öylesine benliğimle iç içeydi ki. Sonra alıştım. Ölüm bile zamanla kendine alıştıran bir duyguymuş, bunu öğrendim.
Arkadaşlık çok özel bir duygu ve ben bunu hiç kaybetmek istemedim. Benim elimde değildi, ama şimdi görüyorum ki birçok insanın elinde ve kaybetmeyi bilmiyorlar. Bu yüzden
nasıl değerli bir şeye sahip olduklarını görmüyorlar. Menfaat adı altında kurulmuş lise dostlukları, öylesine hayret ettiriyor ki. Zaman akıp gidiyor, zaman hiçbir şeyin ilacı değil. Bu sadece zamanı bahane edecek kadar korkakların ağzında dolanan bir laf. Buna sığınmak doğru değil, zaman gidiyor ve bazı duyguları kaybediyor insanlık. Arkadaşlığı henüz elinizdeyken
sımsıkı kavrayın ve bırakmayın. Uğruna her şeyi yapabileceğiniz insanlar olsun, bu bazen en çaresiz anınızda yaşam sebebi bile olabilir…