İlham… Her kalem tutan kişinin bilinçli ya da bilinçsiz, sancılı ya da tüy döşekte beklediği; muştuya gebe olan kurgu kıvılcımı. Kanıyla gülünü boyayan bülbül misali; sözcüklerimiz bizi tüketse de cümlelerimiz ünlem tutsa da mızrak niyetine, yazar kişinin beklediği en saf şeydir ilham. Satırlarında kendini görmeye muhtaç kişi için en hoş histir, yokluğu da en ızdıraplı süreç.
Yazarın alıştığı türde takılıp devam edememesi farklı şekillerde yorumlanabilir. Mesela içerik tükenmiş olabilir; devşireceği birkaç mekan, hasat edeceği birkaç olay işini görecektir. Belki görme yetisi körelmiştir, birkaç kitabın satırlarında yaldızlı bir kurgu bulabilir. Peki tüm çabaları boşa, tüm gayretleri faydasızsa, farklı bir tür denemesine ne mani olabilir?
O zaman buyurun, ister aforizma deyin ister başka bir şey, bendenizin kaleminden böylesi bir tür deneyiş çabası, kendi tabirimle: Anlıklarım…
-Ağlayan çocukları, geçmişe küfreden ayyaşları ve yüzlerinin buruşuk yollarına acıyı gömmüş yaşlıları gördüğüm zaman anladım ki hayatta önü açılmamış, şansı denenmemiş ve “keşke”lere mahkum edilmiş her fırsat birer işkenceden ibarettir.
-Sevdiğine kavuşamayan insan, bir damla kan kaybeder kalbinden. O bir damlayı araya araya, can çekişe çekişe geçmiş denilen o ezeli girdapta boğulur. Kimisi dayanabilir bu kadere, ne mutlu onlara.
Bundan daha beter olan ise sevdalısından ayrılan kişidir. Kalbi kendisinden sökülüp alınır, mâşuğuna verilir. Hızlı ölümlerin en acılısına maruz kalır ki ölümü, acıyı dindirmeyecektir. Ve ardından şöyle bir mısra çıkar kanlı ellerden: “Anlarsın o vakit, ölüler niçin yaşarmış!”
-İmkansız bir aşkı arzulayanın hali; bir dilencinin kuyumcu dükkanındaki haline yahut uykusuz bir sarhoşun rüya istencine benzer. Bazı şeyleri kırıp geçmesi gerekir, ya içinden ya dışından.
-Son nefesine kadar kendini parça parça tanıyan insan, geçmişinden silmek istediği şeylerin toplamıdır. Geleceğindeki tek farklılık ise geçmişini hatırlayacak olmasıdır.
-Fikretmek; her ne kadar muştuya gebe olabilse de sonu gelmeyen ve miras kalabilen tek çiledir. Bu yönden, bir düşünürün insanlığa yararından çok zararı olabilir.
-Asıl bencillik malı-mevkiyi kendine istemek değil; yazarların paramparça hislerini barındıran eserlerde, şairlerin gözyaşı ve kanla yazdıkları şiirlerde ve sanatçıların acı içinde yardım çığlıkları attığı şarkılarda kendini görmektir. Buna rağmen sunan için de sunulan için de eserleri, şiirleri ve şarkıları güzel kılan, bu bencillik değil midir?
-Temelinde her şey ihtiyaçtan doğar, ihtiyaçtan dolayı sürer gider. Öyle tayin olunmuştur. Acıkmasak yemek yer, bir yerde kabul görsek hicret eder ya da gerçekten konuşabileceğimiz birileri olsa yazar mıydık hiç?
Anlıklar 2’yi okumak için buraya tıklayabilirsiniz.