Cesaretlerin en umulmazı ve güçlüsü, bir anlık gafletle gelen cesarettir.
Yazmak acı çekmektir, bitmeyen tükenmeyen… Uzun bir sessizlikte derman aradıkça dert bulmaktır. Ne doğa ne müzik ne de duman, hiçbiri yardımcı değildir yazan kişiye. Derdi de dermanı da kendisidir; daha doğrusu içinde büyüttüğü, ölmemesi için uğraştığı kişidir. Bu kişi kendisi değildir genelde ama çok da önemi yoktur. Ne de olsa yazımı için de yaşamak için de tek gayesi, tek umudu bu içinde tuttuğu kişidir.
Yemek, uyku ve bir eş, bedenimizin ihtiyacı olan şeyler bunlardır ve hayatın bize vereceği başkaca bir şey yoktur.
Bu yüzden mutluluk aradığımız alışkanlıklarımız, karşısına geçip gülümseme beklediğimiz yüzler, gururumuzdan dillendiremediğimiz ama içten içe kendisinden medet umduğumuz kapılar ruhumuzu her seferinde bir parça daha sıkan mengenelerden başka bir şey değildir.
Bir muştunun kusursuz soluk alışverişleri altında inleyen tazecik bir yürek; paramparça, idealarda yaşayan bir ruh ve bunlara tamamen zıt duran çökmüş bir beden… Ev sahibinden memnun olmayan bir misafir misali şikayetlerde, fikrim de zikrim de… Medet umduklarımın yüzüstü bırakışları ve ilham kaynaklarımın, sevinç ve huzur bulduğum kapıların kapanması bendeki bu istençleri karşılıyor. Anılar, aklımda kalan ölümsüz kareler birer kum çuvalı sırtımda; birer gül dikeni kalbimde. Yeni bir şey arıyor benlik, yeni bir yücelme arzusu ruhta, yeni bir muhabbet isteği gönülde, yeni bir tını çağırıyor kulak, yeni bir gülümseme peşinde dudak ve göz; önceden bilinmedik, kendini hatırlatmayan. Yeni bir başlangıç arıyorum kısacası; her şeyden uzakta, her şeye yakın. Korkusuzca, fütursuzca, utanmadan, sıkılmadan, üzmeden, üzülmeden, yaşanacak yeni bir hayat, yeni bir zaman, yeni bir mekan. Tekrardan güç bulup tekrara düşmeyen, geçmişi hatırlatan ama yaşatmayan bir başlangıç… Yürümeden bir yerden bir yere gitmeyi istemek misali bırakın düşünmeden yaşamak isteyeyim. Denize bakıp yansımamda seni görmeyi, rüzgarın o mis kokunu getirmesini, martıların bir çift güzel sözünü fısıldamasını isteyeyim kulağıma, çok mu? Kalabalık bir caddede yürürken seninle göz göze gelmeyi, girdiğim rastgele bir sokağın senin evine çıkmasını isteyeyim; oturduğum bir ağaç altında önceden oturmuş, kokladığım bir gülü önceden koklamış ol, çok mu? Sen ki sesimin ulaşamadığı, sen ki tüm arzularımın çıkmaz sokağı; olmayan hatırım için gel, ikimiz de cevabı bilmiyor olalım. Yan yana duralım ve son bir kez konuşalım, kutlu bir veda sessizliği için. Olur da ihtiyaç duyarsan nasıl olsa kalbin arar bulur beni, bendeki seni. Ne dersin, ne de çok şey istiyorum öyle, değil mi? Bırakınız kendisiyle çelişen bu delice sözlerimi. Gözüm ne geçmişte ne de yeni bir şeyde. Tek bahsim şu ânım ve nasıl olması gerektiğinde…