Stefan Zweig – AMOK KOŞUCUSU
Yine Stefan Zweig, yine harika bir öykü. Beni bilen bilir, büyük Zweig hayranıyımdır. Ona olan hayranlığım insan psikolojisine olan düşkünlüğümden kaynaklı ve bu alanda Stefan Zweig kadar iyi psikoanaliz yapabilen çok az yazar tanıyorum. O kadar iyi ki karakterlerin duygu tasvirlerini okurken sanki oradaymış, o kişiyi duyuyor ve görüyor hatta o anda yaşıyormuş gibi hissediyorsunuz. Bu kitapta ise diğer kitaplarında olduğundan daha farklı olarak normal bir insanın değil; bir tür disosyatif ruh haline bürünen, amok koşucusu hastalığından muzdarip bir insanın duygu tahlilleri yapılmış. Kalbi kararmış, en kötü insanın bile içinde var olan ve bizi çoğu zaman yapmakta olduğumuz kötülükten döndüren, duygular arasında en gerçek olduğunu düşündüğüm duygu da işlenmiş kitapta. Vicdan ya da vicdan azabı.
Kitapta kadın karakterin ne kadar zor durumda olursa olsun gururundan ödün vermeyişi en sevdiğim kısımlardan biri oldu. Bu kısımda doktorun, sırf kendinden emin ve gururlu olmasından ötürü kadının yardım isteğini geri çevirmesi de o dönemde alışılagelmiş kadın varlığının güçsüzlüğü ve acizliği tasvir ettiğini gösteriyor bizlere. Hint Adaları’nda beyaz insan anlayışı ve beyaz insanların toplum içerisinde kendini koyduğu konumu gözlemlemek mümkün. Bu sebeplerden ötürü, geri planda toplumsal yapı hakkında ipucu edinmenin de mümkün olduğu eserlerden biri. Başka bir değinmek istediğim konu ise doktorun duyguları. Kitapta öyle bir anlatım var ki doktorun kadına duyduğu aşk mı, anlamsız bir tutku mu yoksa kapısına gelen aciz birine yardım etme hırsı mı karar veremedim. Belki de hayatın anlamsız ve çelişkili olduğunu böyle göstermeye çalışmıştır.
Stefan Zweig. Usta kalemine bir kez daha hayran olacağınız yazarın bu muhteşem eserine bir şans vermenizi tavsiye ediyorum. Şimdiden iyi okumalar dilerim ?
Kitaptan Alıntılar:
? Belki de insan her şeyi içine atmaktan boğuluyor zamanla…
? Ruhu çoktan ölmüştü, geriye öldürülecek yalnızca bedeni kalmıştı.
? Güvenin şartı samimiyettir, kayıtsız şartsız samimiyet.
? Size içimi açtığım ve duygularımı önünüzde sergilediğim için kendimi daha iyi hissettiğimi sanmayın sakın. Hayatım paramparça ve hiç kimse onları yeniden bir araya getiremez.
Stefan Zweig Hakkında:
1881 yılında Viyana’da doğdu. Birçok farklı ülkede eğitim gördü. 1. Dünya Savaşı zamanlarında savaş karşıtı düşünce ve söylemleri nedeniyle toplum baskısına maruz kaldı. Savaş karşıtı düşünceleri eserlerine de yansıdı. Bir süre sonra da savaşın ruhunda bıraktığı acıya dayanamayarak karısıyla birlikte intihar etti. Bedenen dünyadan göçse de geride bıraktığı eserler hala yaşamaya ve başka hayatlara dokunmaya devam ediyor.
Birçok eserinde savaş karşıtı düşüncelerine rastlanıyor olsa da özellikle Mecburiyet adlı eserinde, konusu gereği savaş ile ilgili düşüncelerine bolca yer vermiştir:
✨Mutluluğumuz için yıllarca uğraştık ve ben onu senin gibi devlete, cinayete… kurban etmeyeceğim.
✨Yapman gereken tek şey, karşı koyman. İstediğin şey için ne olursa olsun mücadele etmen.
✨Siz erkekler, hepiniz ideolojileriniz yüzünden çürümüşsünüz, sizler politika ve etik diyorsunuz, oysa biz kadınlar neyin ne olduğunu hissediyoruz.Vatanın ne demek olduğunu ben de biliyorum fakat bugün ne anlama geldiğini de biliyorum: Cinayet ve esaret!
✨Bu adil bir savaş değil. Bir makineye karşı gelinemez. İnsana karşı koyulabilir. Fakat bu bir makine, bir kasap makinesi, vicdanlı ve aklı olmayan ruhsuz bir alet. Ona karşı koyulamaz.