‘‘Akrabalık da bitti komşuluğun bittiği gibi. İnsanlar artık kendi ofisleri dışındaki mesai arkadaşlarını tanımıyor. Öğrenciler sadece sınıfındaki öğrencilerle muhabbet kuruyor. Önceden böyle olmadığı söylenir. Ne değiştirdi bizleri böyle? Kimisi buna gelişen teknoloji der, kimisi temelden verilmeyen eğitim. Eskiye dönmeli miyiz? Yoksa bu düzende devam mı etmeli yaşamlarımız. Eskiye dönmeliysek hangi yöntemlerle bunu yapmalıyız? Kimsenin bizden…’’
Kapı çaldı ve eserimi orada yarım bırakmam gerekti. Kapıyı açtığımda aynı kuryeyi gördüm karşımda. Elinde, üzerinde kâğıtlar olan bir paket vardı. Son üç haftadır belirli aralıklarla kapıma gelen kuryeydi bu. Israrla aynı kargoyu getiriyordu.
“Fırat Bey?” dedi karşımda duran kişi. Buyurun benim, diye karşılık verdim sanki karşımdaki bilmiyormuş gibi. Dönütümün arkasından “Fırat Uygur değil mi?” diye bir sordu. Uygun, diye düzelttim. Yalnız buraya Uygur olarak yazılmış, diye ekledi. Beyefendi benim konuyla ilgili bilgim yok. İsterseniz göndericiye ulaşıp doğrulayın. Hem gönderen kişiyi de bilmiyorum. Bu cevabım üzerine iyi günler dileyip merdivenlere yöneldi. Kapıyı kapattım ve kısa bir süre sonra kapı zilim duyuldu. Kapıyı açtım ve yine aynı kuryeyi gördüm. Fırat Bey, kapı numaranız dahi uyuşuyor, bakın Nisan Apartmanı daire altı yazıyor. Bu teslimatı gerçekleştirmem lazım. Bir dakika, daire altı mı? Benim kapı numaram dokuz. Nasıl olur da bu kurye altı der, diye düşünürken kafamı kapı numarasına döndürdüm. Dokuz sayısının ters döndüğünü ve altı olarak okunduğunu gördüm. Hemen geçici bir şekilde düzeltip altı numaralı daireyi kuryeye gösterdim. Kurye şaşkınlık içerisinde iyi günler diledi ve bu uzun maraton burada bitti. İyi de nasıl olurdu bu olay? Altı numarada Fırat Uygur isimli birisi mi vardı? Gönderenin kastettiği kişiyle neredeyse aynı isimdeki kişi, kastedilen kişiyle aynı apartmanda mı yaşıyordu? Hepsinden ilginci benim kapı numaram olan altı bu zamanı mı buldu ters dönecek? Yaklaşık yarım saat sonra dayı oğlum aradı. Ağız yoklarcasına memnuniyetimi sormak istiyordu. Anlam veremedim ama geçiştirmek adına onay cümleleri kullandım.
Komşuluk gerçekten de bitmiş anlaşılan. Kendi komşumun adını dahi bilmiyordum. Adamla adaşmışım da haberim yokmuş.
Ertesi gün gerçek altı numaranın zilini çaldım. Başımdan geçen bu üç haftalık süreci anlattım. O da üç haftadır kargosunu bekliyormuş. Şirketi aradığı her seferde kuryenin kapıdan geri çevrildiği bilgisiyle karşılaşıyormuş. Tüm bunların yanında ürünün beklediği kargo olmadığını da söyledi. Nasıl olur, dedim. Gönderenin adı yazıyor muydu teslimatta? Evet dedi, Serhat Arslan. İyi de bu benim dayı oğlum, diye düşündüm. Demek dünkü halleri bu kargo sebebiyleydi. Hemen aradım ve kargonun asıl sahibinin ben olduğumu Fırat Uygur’a söylemesini istedim. Özür ve mahcubiyetle evime döndüm.
Serhat’ı tekrar aradım ve ismimi nasıl yanlış yazdığını sordum. Solak olan Serhat uzun bir süredir sağ eliyle yazma alıştırması yapıyormuş. Sağ eliyle dişini fırçalıyor, sağ eliyle kullanıyormuş malzemelerini. İsmimi de sağ elle yazmak istemiş hâliyle. Başımıza neler açtın Serhat. Burada yapılacak iş mi bu? diyerek kapattım telefonu.