Bilge bir insan, “Aile nedir?” sorusuna “Aile özdür.” cevabını vermiş. Bence de aile her şeyin özüdür. Mutluluğun da yaraların da… Aile olmanın kaynağı sizin için kan bağıysa aile sizin için kaderdir. Size getireceği mutluluğa da yaralara da sonsuza kadar sizinle gelecektir. Kimine göre ise aile sevgidir. Kan bağı onları ne kadar mutlu veya mutsuz etse de dostları ve sevdiklerini kendi ailesi haline getirir ama o zamana kadar açılan yaralar kolay kolay kapanmayacaktır. Nasıl ki Norveç’te doğan bir bebekle, Afganistan’da doğan bir bebeğin bu oyuna eşit şartlarda başlamadığı gibi aile de hayatta en belirleyici unsurdur.
Mutsuz ailelerde büyüyen çocuklarda uzaklara gitme hayali vardır. Bir daha geri dönmemek üzere… Kendi düzenini kurup kendi ayaklarında güçlü bir şekilde durmak isterler. Başarsalar bile yılların getirdiği yaralar hala kapanmamıştır. En ufak bağrışmaya ve yüksek sese tahammül edemezler. En travmatik anlarda zayıf olanların hayatları geri dönüşü olmayacak şekilde yıkılmaya başlar. Ailesine olan öfkesini kendini cezalandırarak çıkarır. Güçlü olanlarsa dayanmayı başarırlarsa aile hayatındaki yanlışları ve bunların kötü sonuçlarını görerek “Aile nasıl olmamalıdır?” sorununun cevabını öğrenir.
Aile bazen çocukluğu yaşayamamak ve şımarmanın ne olduğunu bilmeden büyümek demektir. O kadar hasarlı çıkarlar ki o evden, başka şehirde yaşamak bile yetmez. Ne kadar uzaksa gidilecek yer, ne kadar azalacaksa bağlar; o kadar iyi diye düşünür. Devamında yalnızlığa ve sessizliğe o kadar alışır ki diğer insanlarla ilişkileri sıfıra iner. İnsan sevmemeye başlar. Sadece sevdiği ve onu seven insanlar kalır hayatında. Aile demek artık sadece sevgi demektir. Kan bağı hiçbir anlam ifade etmez.
Kimisi kitaplarla, yazılarla dayanır zor günlere; kimisi içkiyle, kimisi kumarla. Kitapla, yazıyla dayananın yazılarında o ince hüzün her zaman kalır. Dostoyevski’nin neredeyse her kitabında ailesinin izleri görülür. Çocukluğu huzur içinde değil; baskıcı bir babanın otoritesi altında, sevgiden uzak bir şekilde geçmiştir. Belki de Dostoyevski’nin kumar bağımlılığına çocukluğunda açılan yaralar sebep olmuştur.
Kafka da Dostoyevski gibi nefret duygusuyla erken yaşlarda tanışmıştır ailesi sayesinde. Huzurlu bir çocukluk geçirmemiştir. Dönüşüm kitabında ailesi hakkında düşünceleri görülebilir.
Tolstoy “Mutlu aileler birbirlerine benzer, her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır.” diyerek başlar Anna Karenina romanına. Her mutsuz ailenin kendine özgü bir mutsuzluğu vardır ama her mutsuz aile birbirine benzeyen çocuklar çıkarır ortaya. O çocuklar ya virajdan şarampole yuvarlanır ya da zorluklarla virajı döner bir daha geri dönmemek üzere.
Her acı ailede başlar ve her acı insanı olgunlaştırır. Sobanın yanına yaklaşıp saçlarından damlayan suların sobaya düşüp “cız” etmesi gibi küçük şeylerden mutlu olabilen bir çocuk içinde öfke besliyorsa bu evrende merhametten, adaletten bahsedemezsiniz. Hiçbir çocuk korkuyla, acıyla veya bir lokma ekmekle sınanmayı hak etmez. O çocuk bir gün mutlu olur ama şükredeceği kimse olmaz çünkü içinde bulunduğu her sıkıntıyı merhamet olarak gören “düşünce sistemleri” artık onu korkutamaz.